Karşılıklı etkileşim halinde olup da farklı nitelikler
arzeden iki hissin (bedense-cinsel ve
ruhsal doyum hislerinin) iki farklı karakterde yaşanmasından oluşan karmaşık
ilişkinin bir sanat eseri gibi yaratıcılıkla akıp gitmesini nasıl
sağlayabiliriz?
Bu soruya aşık olmak diye cevap vermek kolaya kaçmak
olacaktır. Ve doyumlardan oluşan bir ilişkiler yumağı hayal etmenin baştan
saçma bir fikir olduğunu düşünenleriniz de olabilir.Keza bazılarımız,
kendilerini sürekli doyum halinde yaşamaktan özellikle çektiklerini, keza bunun
ruhsal ihtiyaçlarını körelttiklerini de söylemektedir.
Ne var ki, mantıksal bir düşünce ile olayları analiz edip,
inançların kendi doğasına karışmamak en güzeli olduğunu düşünüyorum.Dini metinleri bu
akıl yürütmelere karıştırmamak gerekir.Mesela, dinimiz aslında bedenin
yasalarını ve ruhun kurtuluşunu özetleyen reçeteler de içermektedir. Ancak bu
kurallara uymanın başka kuralları da vardır. Mantıksal bir çözüm bulmalıyız. Ne
bulmamız gerektiğini hatırlayalım: Ruhsal ve bedensel doyumu at başı
birlikte nasıl yürütebiliriz, biri diğerine çelme takmadan, diğerini ötelemeden
veya ötekileştirmeden.
İkinci sorumuz da şu: Doyum enerjisine göre hareket eden bu
kişiler tam faydacı yaklaşımları çerçevesinde, suçluluk hissetmeden saltık
ilişkilerini ayrıldıklarında nasıl yaşarlar? Neye yüklenim yapılarak doğal
olanı sağlayabiliriz?
Çoğunuz gibi ben de pek çok kereler yaptığım hatalardan
suçluluk hissettim. Dinin suçluluk duygusu konusundaki nötürleştirici, kişiyi
sorumsuzlaştırıcı etkisinden daha önceki suçluluk hakkındaki yazımda
bahsetmiştim. Ama günahtan arınmak, gurura meyletmeyi de beraberinde getirdiği
için, kendimizi değerlendirmekte tekrar yanılma payımız her zaman vardır.Kişiler
diğer aleme dair hesapları üzerinden suçluluk hissetmezler, ama diğer alemi
düşündükleri için suçluluk hissedebilirler.Burada hesap kelimesini ihtimal
olarak da anlayabilirsiniz.Bu yapay bir suçluluktur ve kendini hemen eleverir.
Günah işlemişlerse sonucunu düşünürler, akibet korkusuyla ruhsal enerjileri
düşer,( ağlamaya sinirliliğe, ajitasyona eğilim) Halbuki günah diye bir tanım
yapılmış. Sonucu anlatılmış, yol yordam gösterilmişse, hata en baştadır.
Yani kişi diğer alemi düşündüğü için suçluluk
hissetmiştir.Ama burada açıkça belirtmek gerekir ki suçluluk duygusunun dini
nedeni, o aleme inanmak değildir. Farklı dini metinlerde belirli düzeyde bir
suçluluk içinde olmanın kişiyi zaptedeceği, bunun ruh için gerekli olduğu,
bedensel isteklerin peşinde gitmeyi engellediği söylenir.Bunu bilerek veya
bilmeyerek çoğumuz yaparız. Kendimizi zaptederiz.yani biz suçluluk hissetmek
istemiyoruz.
Sevgiliden ayrılma ihtimali üzerine yapılan hesaplardan
dolayı suçluluk hissetmeyiz. Sorun baştadır; sevgilin dinin ise, ayrılman da
günahındır. O zaman günah işlemeyi hesap etmelisin.Çünkü aynı sevgiliyle ömür
boyu yaşayamayabilirsin ya da yaşamak istemeyebilirsin. Sevgililik, evlilik,
beraber yaşamak, birleşmek, bunların hepsi azıyla çoğuyla kısa geçiçi, uzun
geçici veya kalıcı ayrılıklara gebedir. Kendini onaran birliktelikler, yaşanan
zamana dayalı olarak görünür kısa geçici veya uzun geçici ayrılıkların acısını
görünmeyen yöntemlerle karşıya yaşatacaktır. Ki kişiler karınca değildir,
hepimiz azgın birer maymun da değilizdir.
Elimizden geldiğince (her ne kadar bu lafı hiç sevmesem de)
suçlanmaktan ve suçluymuş gibi hareket etmekten kaçınırız.
Bedensel doyum yaşamak ruhsal doyumu da beraberinde
getirmeyebilir. Diyelim adam kendini tamamen dünya zevklerinden uzakta tutan
kapalı bir cemaatin içinde tutsun ve gözlerini kapatıp günlerce evrenin
yaradılışını huşu ile tefekkür edip şükrediyor olsun. Bu adam ruhsal doyuma
ulaşıp da bedensel doyuma ulaşmadığı takdir de dengeyi koruyamayabilir. Ve
basit bir olayda tüm sağladığı ruhsal doyum dengesi patlak verecektir. Bu patlak verme olayı,
gingsengli bir bardak çay içip, bir kavanoz fındık ezmesi yemenin sonuçları
kadar kolaylaşabilir. Bedeni caydırmak ile bedensel enerjini bir aygır düzeyine
çıkarmak arasında ruhsal anlamda da bir fark oluşmayabilir. Bedensel doyuma
ulaşmış bir jimnastikçi pekala bir derviş de olabilir.Her iki durumda da
kahramanımız meşru yollardan evlenmeye ve bedensel ihtiyaçlarını (cinsellik)
karşılamaya zorlanır toplum tarafından. Bu durumda karşındaki kişiyi sevmeden
de evlenebilirsin çünkü hormonlar her zaman akla hakim olmaya yatkındır.
Bu durumda olgunlaşmış ve eğitilmiş iki kişi- iki arkadaş
birlikte yaşamı devam ettirmek istiyorlarsa önce kendi zevklerini düşünmek
zorundadırlar. Bunu başarabilen bu iki sağlıklı birey suçluluk hissetmemek için
birbirine yapışıyor. Halbuki bu durumda bile iki kişinin birbirinden sıkılması
normaldir. Çünkü doyum süreklilik de arzetmez. Beyin doyumu istekleri
karşılandıkça yeniler. Güncellenen istekler güncellenmesi gereken istekler
yaratır. Bu dengeyi sağlayamaz veya bu hıza yetişemezseniz aksamalar,kavgalar
başlar ve mutlu olduğunu düşünen hayal kırıklığına uğrar. Aslında hayal
kırıklığına uğramasına gerek yoktur, çünkü olaya kendi zevkini düşünen kişiler
olarak başladığını kabul etmiş kişilerdir.
Kendi yaşamsal ihtiyaçları için bir araya gelmiş iki kişinin
( bu böyle olmak zorundadır) taraflardan birinin diğerinden vazgeçmek
istediğinde oluşan hayal kırıklığı, terk edilenin kendi zevklerinin ve
doyumlarının elinden alınmasından doğan üzüntüden başka bir şey değildir.
Bu yüzden bunun farkında olan terk edilen kişinin kendisini
suçlamasının anlamı yoktur. Ancak bedensel doyumu her ne kadar partneriyle tam
bir karşılıklılık hissi ile birlikte yaşıyor olsa da; ruhsal doyum partnerinin
daha az etkisinde kalarak yaşanabilen, daha öznel bir bir histir. Bu sebeple
kural olarak herkes kendi doyumlarını yaşamak istediği için kişinin suçluluk
duygusu yaşamasını, yürüttüğümüz bu mantığa uygun bulmasak da; ruhsal doyumun
öznelliği bizi başka sorulara itmelidir? Poligamik bir dünyada elindekileri
devamlı kaybedip yenisinin peşinde koşarak yaşamayı mı ,monogamik bir dünyada isteklerini
mi dizginleyerek yaşamayı mı tercih edersin? Tercih yapmak zorunda mısın?
Devam edecek.
Erkan Ören