Translate

Pazartesi, Ağustos 27, 2012

SUÇLULUK DUYGUSU - II


Karşılıklı etkileşim halinde olup da farklı nitelikler arzeden iki hissin (bedense-cinsel  ve ruhsal doyum hislerinin) iki farklı karakterde yaşanmasından oluşan karmaşık ilişkinin bir sanat eseri gibi yaratıcılıkla akıp gitmesini nasıl sağlayabiliriz?
Bu soruya aşık olmak diye cevap vermek kolaya kaçmak olacaktır. Ve doyumlardan oluşan bir ilişkiler yumağı hayal etmenin baştan saçma bir fikir olduğunu düşünenleriniz de olabilir.Keza bazılarımız, kendilerini sürekli doyum halinde yaşamaktan özellikle çektiklerini, keza bunun ruhsal ihtiyaçlarını körelttiklerini de söylemektedir.
Ne var ki, mantıksal bir düşünce ile olayları analiz edip, inançların kendi doğasına karışmamak en güzeli olduğunu düşünüyorum.Dini metinleri bu akıl yürütmelere karıştırmamak gerekir.Mesela, dinimiz aslında bedenin yasalarını ve ruhun kurtuluşunu özetleyen reçeteler de içermektedir. Ancak bu kurallara uymanın başka kuralları da vardır. Mantıksal bir çözüm bulmalıyız. Ne bulmamız gerektiğini  hatırlayalım: Ruhsal ve bedensel doyumu at başı birlikte nasıl yürütebiliriz, biri diğerine çelme takmadan, diğerini ötelemeden veya ötekileştirmeden.
İkinci sorumuz da şu: Doyum enerjisine göre hareket eden bu kişiler tam faydacı yaklaşımları çerçevesinde, suçluluk hissetmeden saltık ilişkilerini ayrıldıklarında nasıl yaşarlar? Neye yüklenim yapılarak doğal olanı sağlayabiliriz?
Çoğunuz gibi ben de pek çok kereler yaptığım hatalardan suçluluk hissettim. Dinin suçluluk duygusu konusundaki nötürleştirici, kişiyi sorumsuzlaştırıcı etkisinden daha önceki suçluluk hakkındaki yazımda bahsetmiştim. Ama günahtan arınmak, gurura meyletmeyi de beraberinde getirdiği için, kendimizi değerlendirmekte tekrar yanılma payımız her zaman vardır.Kişiler diğer aleme dair hesapları üzerinden suçluluk hissetmezler, ama diğer alemi düşündükleri için suçluluk hissedebilirler.Burada hesap kelimesini ihtimal olarak da anlayabilirsiniz.Bu yapay bir suçluluktur ve kendini hemen eleverir. Günah işlemişlerse sonucunu düşünürler, akibet korkusuyla ruhsal enerjileri düşer,( ağlamaya sinirliliğe, ajitasyona eğilim) Halbuki günah diye bir tanım yapılmış. Sonucu anlatılmış, yol yordam gösterilmişse, hata en baştadır.
Yani kişi diğer alemi düşündüğü için suçluluk hissetmiştir.Ama burada açıkça belirtmek gerekir ki suçluluk duygusunun dini nedeni, o aleme inanmak değildir. Farklı dini metinlerde belirli düzeyde bir suçluluk içinde olmanın kişiyi zaptedeceği, bunun ruh için gerekli olduğu, bedensel isteklerin peşinde gitmeyi engellediği söylenir.Bunu bilerek veya bilmeyerek çoğumuz yaparız. Kendimizi zaptederiz.yani biz suçluluk hissetmek istemiyoruz.
Sevgiliden ayrılma ihtimali üzerine yapılan hesaplardan dolayı suçluluk hissetmeyiz. Sorun baştadır; sevgilin dinin ise, ayrılman da günahındır. O zaman günah işlemeyi hesap etmelisin.Çünkü aynı sevgiliyle ömür boyu yaşayamayabilirsin ya da yaşamak istemeyebilirsin. Sevgililik, evlilik, beraber yaşamak, birleşmek, bunların hepsi azıyla çoğuyla kısa geçiçi, uzun geçici veya kalıcı ayrılıklara gebedir. Kendini onaran birliktelikler, yaşanan zamana dayalı olarak görünür kısa geçici veya uzun geçici ayrılıkların acısını görünmeyen yöntemlerle karşıya yaşatacaktır. Ki kişiler karınca değildir, hepimiz azgın birer maymun da değilizdir.
Elimizden geldiğince (her ne kadar bu lafı hiç sevmesem de) suçlanmaktan ve suçluymuş gibi hareket etmekten kaçınırız.
Bedensel doyum yaşamak ruhsal doyumu da beraberinde getirmeyebilir. Diyelim adam kendini tamamen dünya zevklerinden uzakta tutan kapalı bir cemaatin içinde tutsun ve gözlerini kapatıp günlerce evrenin yaradılışını huşu ile tefekkür edip şükrediyor olsun. Bu adam ruhsal doyuma ulaşıp da bedensel doyuma ulaşmadığı takdir de dengeyi koruyamayabilir. Ve basit bir olayda tüm sağladığı ruhsal doyum dengesi  patlak verecektir. Bu patlak verme olayı, gingsengli bir bardak çay içip, bir kavanoz fındık ezmesi yemenin sonuçları kadar kolaylaşabilir. Bedeni caydırmak ile bedensel enerjini bir aygır düzeyine çıkarmak arasında ruhsal anlamda da bir fark oluşmayabilir. Bedensel doyuma ulaşmış bir jimnastikçi pekala bir derviş de olabilir.Her iki durumda da kahramanımız meşru yollardan evlenmeye ve bedensel ihtiyaçlarını (cinsellik) karşılamaya zorlanır toplum tarafından. Bu durumda karşındaki kişiyi sevmeden de evlenebilirsin çünkü hormonlar her zaman akla hakim olmaya yatkındır.
Bu durumda olgunlaşmış ve eğitilmiş iki kişi- iki arkadaş birlikte yaşamı devam ettirmek istiyorlarsa önce kendi zevklerini düşünmek zorundadırlar. Bunu başarabilen bu iki sağlıklı birey suçluluk hissetmemek için birbirine yapışıyor. Halbuki bu durumda bile iki kişinin birbirinden sıkılması normaldir. Çünkü doyum süreklilik de arzetmez. Beyin doyumu istekleri karşılandıkça yeniler. Güncellenen istekler güncellenmesi gereken istekler yaratır. Bu dengeyi sağlayamaz veya bu hıza yetişemezseniz aksamalar,kavgalar başlar ve mutlu olduğunu düşünen hayal kırıklığına uğrar. Aslında hayal kırıklığına uğramasına gerek yoktur, çünkü olaya kendi zevkini düşünen kişiler olarak başladığını kabul etmiş kişilerdir.
Kendi yaşamsal ihtiyaçları için bir araya gelmiş iki kişinin ( bu böyle olmak zorundadır) taraflardan birinin diğerinden vazgeçmek istediğinde oluşan hayal kırıklığı, terk edilenin kendi zevklerinin ve doyumlarının elinden alınmasından doğan üzüntüden başka bir şey değildir.
Bu yüzden bunun farkında olan terk edilen kişinin kendisini suçlamasının anlamı yoktur. Ancak bedensel doyumu her ne kadar partneriyle tam bir karşılıklılık hissi ile birlikte yaşıyor olsa da; ruhsal doyum partnerinin daha az etkisinde kalarak yaşanabilen, daha öznel bir bir histir. Bu sebeple kural olarak herkes kendi doyumlarını yaşamak istediği için kişinin suçluluk duygusu yaşamasını, yürüttüğümüz bu mantığa uygun bulmasak da; ruhsal doyumun öznelliği bizi başka sorulara itmelidir? Poligamik bir dünyada elindekileri devamlı kaybedip yenisinin peşinde koşarak  yaşamayı mı ,monogamik bir dünyada isteklerini mi dizginleyerek yaşamayı mı tercih edersin? Tercih yapmak zorunda mısın?

Devam edecek.
Erkan Ören

Cumartesi, Ağustos 11, 2012

Asya'ya Siirler

 II

SUSMAMAN İÇİN

Dibine kadar içtim dudaklarını
Dibine kadar biçtim
Nefese nefese diktim
Gözlerim seni görmeden daha,
Benden budananları, bebek, diktim
Denizin tuzunu mesela,kayaların sonsuz sessizliğini
Çıkmadan sen daha, yüreğine çınar gövdesini
Ben diktim.
Hücrelerimde yalaz bir konuşkanlık başlamış

Etimden bir çimdiksin bebek

Akşam sefası çiçekleri uçuşacak
                     doğduğunda gökyüzüne
Triatlon duygular yaşanacak o gün
Susma bebek,
Yüzüne sancılı doğum kasılmaları verdiren,
Yüreğine ritmik bir kalp kasılması verdi.
titrerken kan,
seni sarmalayan yağmur kollarımda
Susma bebek, ağlamalısın.
Çünkü bilerek ya da bilmeyerek
Yaradıldın, susmaman için
Seni ben diktim bebek.

Pazartesi, Ağustos 06, 2012

SEN UYURKEN

Henüz beynimin ve ruhumun oksitlenmediği sabah aşılanmalarında
Şair ellerimden dizgilenmemiş omzuna iki beyaz tüy bıraktım,
İki beyaz tüy nakşettim, kırmızı yanaklı parmak uçlarına
Al al kızarmış kıvrımlı küçük dudaklarına
İki buse uçurdum sen uyurken,

Henüz uyanmadığından

Henüz ruhuma doğduğunu bilmediğinden

Henüz senin beni sevmediğin zamanlardan

Sihirli hassas iki küçük dudak kondu göz kapaklarına
Sen uyurken sevgili küçük afacanım
Dolduruşa getirilmemiş bir sadelikle yazdığım bu kalem ucunun
Dondurma kıvamında tatlandırılmış yanaklarına kalp resimlerini
Çizdiğini
sen uyurken küçük aşkım; bilmediğinden
Lolipop kahkahalar atmadığımdan senin gibi
Güzel yüzünü hayal etmekle yetindim.