Akşam evden fırlayıp çıkmış ve annesine bir arkadaşıyla görüşeceğini söylemişti. Oysa kimseyle görüşmek istemiyordu. Sanki ortalıkta kendisinin bilmediği bir söylenti yayılmış da,herkes buna uyarak dışarıya çıkmamaya başlamıştı. Şimdi arabanın gazına biraz daha bastı, ilk ışıklarda sarıyı zar zor yakaladığında,hızının en üst noktasında dikkatsiz bir kadının yürümeye başladığını farketti. Herşey bir anda oldu.Kadın sadece önüne bakıyordu,Eren hızla kadının önünden geçerken diğer elini kullanmak zorunda kalmıştı, kornaya basmak için. Arabada sadece kendisi vardı ve yoldan ziyade aklında pek çok karmaşık düşünce. Günü gününe yaşamak istiyordu, o günden keyif almak ve ertesi gün dünü hatırlamamak; ama bunu beceremiyordu. Stresle başa çıkmanın bilmem kaç yolu, hayata umutla bakmanın bilmem kaç faydası vardı aslında.Ya da istese örnek alabileceği bilmem kaç çeşit arkadaşı: taşa baksa kadın gören abazanları, pasifist bir tutumla elini sıcak sudan soğuk suya değdirmeyenleri,sağa gel kurtul diyenleri, sola gel kurtul diyenleri, Allah'a teslim ol diyenleri, işine gücüne ver diyenleri. Bir de onlardan daha fazla doyurulması veya çözülmesi gereken diğer sorunları : Geleceğinin belirsizliği, bedeninin durmadan çalışan yıkıcı arzuları, potansiyel işsizliği, babadan para yemesi ve kız arkadaşıyla olan çetrefilli ilişkisi. Tam bir çıkmazın içinde hissediyordu kendini.
"Ne çok şey yaşamışım, ne çok şey görmüşüm, ne çok şey düşünüyorum."
Sahilde bir boş yere çekti arabayı, akşamı izlemek için. Batan güneşin ardından doğanın şekil değiştirişini.
"Evet yaşadım her şeyi. Görebileceğim kadar çok şey gördüm. Mesela Ferit'ı düşün- Ferit üniversite birinci sınıftan arkadaşı-... Sivilceli yüzü, ve her zaman ıslak jöleli saçlarıyla karakterinde iki şeyi birleştirmiş: Çirkinlik ve kendine güveni. Bunu nasıl beceriyor. Güzellik nedir ki? Şeklen orantılı olmak. Bakmak. Sanat. Herkesin ilgisini çekmez mi.Ama güzel olmak da nedir ki arkadaş ya..Sikiyim acaba bir bira mı içsem"
Bu akşam böyle geçmez diye düşündü küçük adam. Yağlı saçlarında elini gezdirdi. Zeynep'i düşündü. Tavşan kızı. Tavşan kız onu kadar çok seviyordu ki, fazla sevgiden bunalmıştı. Gururuna yediremediği şey şuydu: belirsizlik içinde ve ne olacağını bilmeden yaşarken, birisinin hayatını ona endekslemesiydi. Belki de endeksleme yoktu, endekslendirme vardı. Yani kız ona endeksli değildi, kızın hayatından sorumlu olduğunu hissederek küçük adam kıza endekslenmişti. O kadar güçlü hissetmiyordu kendini ama bunu kendine söylemeye korkuyordu. İntihar bile edebilirdi bunu söylememek için.Kafası biraz dumanlıydı. Büyük adam söylemleri bir üniversite giriş sınavıyla fiyaskoya dönüştüğünden beri artık normal olduğunu düşünmeye başlamıştı, herkes kadar normal zekaya sahip olduğunu, hatta belki küçük adam olduğunu. Fazlası değil, azı değil. Çevresindeki insanlara, bazı arkadaşlarına baktığında onların yaşamı dolu dolu ve zekice yaşamalarına, biraz da sorumsuzca - çünkü onların aileleri daha zengindi- tüketmelerine imreniyordu. Vaktinin her değerrli saniyesini faydalı bir işe adapte ediyor olmaktan sıkılmıştı. Kaygısız ve mutlu olmak istiyordu ama bunu beceremiyordu. Bu konuda fikirleri onu ikiye bölmüştü: Ya herkesin mutlu ve sorumsuz olduğu bir yalandı, ve onların hepsi gerçekten kendisinden çok daha zeki oldukları için yöntemini bulmuşlar zehirli çamura basmadan çeşmeden lıkır lıkır faydalanıyorlardı ve bunu küçük adama söylemeyecek kadar da uyanıklardı; ya da gerçekten adamımız herkesten biraz farklıydı, kendini üstün görmesi için, böyle görmezse acı çekiyordu, ciddi bir nedeni vardı. Kendisi ve diğer aptallar. Kendisini dünyanın merkezine koymanın gerçekten bencilce olduğunun farkındaydı aslında ama kendini koyacak da başka bir kefe bulamamıştı işte. Keşke kendisinin geçtiği bu yoldan geçmiş ve bunu tam oalrak kendisi gibi tanımlamış arkadaşları olsaydı ya.gerçekten aynı kendisi gibi düşünen arkadaşları vardı ama kimse kendini tam ifade edemiyordu. Yaşamak evet acı verici. Ölseydi mesela , arkasından ağlayanları düşünürdü hep. Bir gün ansızın ölürse herkesi şaşırtan bir şeyler yapmak istemişti yıllarca. Herkesin hayret edeceği. Acıklı ama bir o kadar da yıllar boyunca kendinden övgüyle bahsettirecek bir son. Kahraman olmak mesela bir savaşta, ama bunu yapamazdı. Kahramanlık için yeterince donanıma sahip değildi. Kahraman olamazsa, tanınmış bir halk adamı, insanların takdir ettiği ve yardıma koştukları bilge ve ünlü bir adam. Stoacı bir keşişlik halinde bidonunda yaşayıp gölge etme yeter diyebilse ama bir yandan da tüm insanlara bilgi dağıtsa, para dağıtsa. Hayata aldırmadan, hayatı küçümseyerek, onun için yaşamın basit zorluklarını bir sözü ile ezerek yaşasa ve hep böyle güçlü kalsa. Ama hayatın eğrilerden oluştuğunu iktisat derslerinde de anlamıştı. Hayat bir iktisat eğrisinden daha asimetrik ama ondan daha gerçekçiydi. Dinazor gibi neslinin tükenmesini bekleyemezdi. Ya oturmalı ve ağlamalıydı güçsüz olduğunu kabul ederek ya da derhal bu saçmalıklara bir son vermeliydi.
en güvendiği ve hayranlıkla baktığı insanların- büyüklerin bile çok basit zaafları olduğunu keşfettiğinde gerçekten mükemmelin olmadığını, her zorluğun bir kaç bilgece kelamla çözülemeyeceğini, istediğin gibi yaşamanın gerçekte biraz zor yaşandığını, acı tecrübelerin veya tatlı düşlerin kişiyi yavaş yavaş oluşturduğunu düşündü.
Şimdi 24 yaşında iken çocukca bir ifade takındı yüzüne.Bilge bir esinti yüzünü yalıyordu. Bu akşam esintisi İstanbul da gerçekten güzeldi. İnsanlar evlerine dönme telaşındaydılar. İşe girmek, sorumluluklar, sorumluluklar, yaş ilerledikçe ölümler ve kopuşlar.Hayatın önünde aslında minik bir kız çocuğu kadar güçsüz olduğunu hissettiği için bu saçmalıklara isyan ediyor olabilir miydi? İşte şu karşıya geçerken arabalara küfreden beyaz gömlekli adamı ele alalım.Muhtemelen 30 lu yaşlarında. kolunda siyah bir saat altında kumaş bir pantolon aynı renkte. Sakallarını özellikle bırakmış, kafası kelleşmiş.Aynaya baktığında ne düşünüyor olabilir. O anda her insanın hayatta mutlu olmak için ciddi bir nedenin inancının olması gerektiğini farketti. Adam aynanın karşısında yakışıklı kelleşmemiş ve kilo almamış olduğunu düşünebilir mi? Şu önünden geçen Mercedes in içindeki aynı kel-fodul ama mutlu adamlardan biri olmadığı için hayıflanıyor olabilir mi? Kendi yaşam mücadelesinde hangi aşamalardan geçti acaba. Mesela gençliğinde kendini hayata ne bağlıyordu? İnanç mı? sakallı ve elinde tesibih olduğuna göre gömleğinin kalitesinden de anlaşıldığı kadarıyla Eminönünde pekala bir iyi kazanan bir dükkanın eli yüzü düzgün bir sahibi olabilir.yani dini toplantılara gidp biraz onlara yardım edip sosyal bir çevre edinerek ve abilik taslayan yürüyüşüyle özü sözü doğru karakterli abi sıfatıyla ve düşsel inancıyla kendi ruh sağlığını yerinde tutuyor olabilir. ama bir dakika,kendini topla.Nereye gidiyor bu düşünceler. Hepsini adam karşıdan geçinceye kadar düşündü. Hızlı mı yavaş mı.Kendini toparlaması gerektiğini farketti. Yanından geçen çaycıya bir el etti.
-Ne kadar abi çay.
-50 kuruş abi.
-Ver bakalım bi tane. Ateşin var mı?
-yoktur abi.
-Al bu para. Teşekkürler.
Şişko ve sakallı adam.Karşıdan karşıya geçmiş ve taşlık binaların arasında kaybolmuştu. küçük adam yüzünü tekrar denize verdi. Sıkılmışlığını ve düşüncelerini bir an toplaması gerekiyordu. Ama bunu beceremiyordu. Biraz kodain,biraz da keratemin alsa, hafiften bir baygınlık ve yarı aptallık halinde akşamın hiç geçmemesini sağlasa. Akşam eve döndüğünde annesinin nerdeydin oğlum diyen sorgucu bakışlarına net cevaplar verse ve bundan sıkılmasa. Sanki tek başınalık suçtur bizim toplumumuzda.Üniversitedeki sınıf arkadasını düşündü. Her zaman tek başına gezen. Tek başınalığı dert etmeyen.bu arkadaşıyla yaşadığı diyaloğu hayal meyal hatırlıyordu.
-Nerdeydin hafta sonu adamım?
-sinemaya gittim.
-Kiminle gittin?
-Tek başına. Küçük adamın kaşları yukarı kalkmıştı. istediği cevabı alamamanın şaşkınlığını yaşıyordu.O istiyordu ki, Mehmetle gittik, serhan la gittik, Veli yle gittik. Bir cevap alsın.Sonra da sohbet o kanala kaysın. Sonra filmi beğenip beğenmediğine falan filan.Ama şimdi tek başına sinemaya gittiğini duyunca şaşırmıştı.
-Tek başına mı? Sıkılmadın mı?
-Yoo, hiç sıkılmadım.Çok eğlenceliydi.
Burda uzun uzun bu konuyu düşündü. Tek başınalık. Tek başına sinemya gittiğinde sıkılacaktı.Bu başından belliydi. Daha sıraya girdiğinde aynı sıradaki, kız arkadaşıyla, erkek arkadaşıyla, grup halinde, ailesiyle, en olmadı çocuğuyla gelenleri görecek ve çevresinde kendisine benzeyen birisinin olup olmadığına bakacaktı korkakça.sonra bileti alacaktı. Genç bilet satıcısı, parlak gözleriyle kaç kişi diye soracaktı. İşte o soruyu sorduğunda neler yapabilirdi.
Mesela şöyle diyebilirdi:
-Tek başınayım lan gerizekalı görmüyorsun. Kaç kişi olmamı bekliyorsun. Yok eğer şu sıradaki tüm bayanların benim arkadaşım olduğunu hayal ediyorsan ve bunu gerçekleştirebileceksen hemen hepsinin parasını babamın kredi kartından vermeye hazırım. Ama bunu yapamayacaksan, giderek zavallılaşan bakışlarını benim üzerimden çekip önündeki monitorden bana bir kişilik bileti öğrenci kontenjanından versen çok iyi olacak.
Ya da şöyle olabilirdi.:
-Evet yalnızım. Bir başıma geldim.Tekim. bu sıradaki tamamı en az iki kişiden oluşan grupların aksine tek başına burada olmaktan her hangi bir yüksünme, gocunma ve eksiklik duygusu yaşamıyorum. lütfen felsefik konuşmamın nedenlerine girmeden bana öğrenci kontenjanından bir bilet verebilir misiniz?
İnsan tek başınalıktan eğlenemez mi? Soru bu. ama tek başınalık, yalnızlıktan biraz farklı bir durum olmalı. Yalnız değilsindir aslında. Pek çok arkadaşın olabilir ama durumdan duruma değişen ve birlikte yaptığın takdirde daha rahat halledebileceğin işi tek başına halletmektir, tek başınalık.
Bir film sahnesi de olabilirdi bu tek başınalığın sinirli cevabı:
-Bana bak sivri sakallı ve küpeli gösteriş meraklısı genç züppe. beni sinirlendirmek, belimdeki 9 mm coltumu kırışıksız alnına dayayıp burdaki herkesi strese sokup patronunla sorun yaşamak istemiyorsan, hemen bana öğrenci kontenjanından bir bilet ver.
"Ben sosyal bir ortama tek başıma girmiyorsam, odamda bilgisayarım kitaplarım ve müziğim yada filmimle tek başınalıktan acayip keyif alırrım. Hele ki bir de fiziksel ihtiyaçlarım, yemek su kahve gibi karşılanmışsa."diye kendini kandırdı.
Çayını karıştırdı. Denizi seyretmeye başladı.Saate baktı.Saat onu gösteriyordu. Belki de kalkma vakti gelmişti. Saatle ve bir yere zamanında ulaşmakla başı hep belada olduğu için erken davranmak istedi.Ama sonra bunun için güçlü bir nedeni yoktu. Birisi istedi diye bir şey yapamazdı.Kendisi istedi diye bir şey yapmalıydı ve içinden şimdi buradan kalkmak gelmiyordu. kıçı yavaş yavaş uyuşup bedensel refleksleri sinyal gönderinceye ya da ortalık iyice sakinleşinceye kadar oturmalıydı. Keyfince ve tek başına.