|
Erkan Oren
Selamlar arkadaşlar,
Translate
Salı, Ağustos 27, 2024
Şu doküman sizinle paylaşıldı: "Haftalık Antrenman Planı"
Cuma, Ekim 23, 2015
Bahçede iki kadın
Bahçede iki kadın
Fakir bir yağmur ıslatmış ruhunu
Kadınlardan birinin
Bahçede iki kadın
Karanlık bir siyaha bürünmüş
Sırtı, diğer kadının
Zamanın zayıfladığı
Kopmak üzre olduğu iki noktasında
Fakir ile zengin
Varlık ile yokluk
Duygu ile gerçeklik arasında
Bahçede iki kadın
Biri sanki gençlik hali anamın
Yağmur ve soğuğa karşın
İnce bir kumaş var üzerinde
Ucuz, beyaz, desensiz.
Diğeri her gün gördüğüm bir karamsarlık
Kalın bir deri ceket, simsiyah
Ben zamanı bağlamaya çalışıyorum
Kopuyor hatlar
Kalıyorum yolun ortasında
anam ile kadın arasında
Şimdi ile geçmiş
Fakirlik ve zenginlik arasında
Bahçede iki kadın
Fakir bir yağmur ıslatmış ruhunu
Kadınlardan birinin
Bahçede iki kadın
Karanlık bir siyaha bürünmüş
Sırtı, diğer kadının
Zamanın zayıfladığı
Kopmak üzre olduğu iki noktasında
Fakir ile zengin
Varlık ile yokluk
Duygu ile gerçeklik arasında
Bahçede iki kadın
Biri sanki gençlik hali anamın
Yağmur ve soğuğa karşın
İnce bir kumaş var üzerinde
Ucuz, beyaz, desensiz.
Diğeri her gün gördüğüm bir karamsarlık
Kalın bir deri ceket, simsiyah
Ben zamanı bağlamaya çalışıyorum
Kopuyor hatlar
Kalıyorum yolun ortasında
anam ile kadın arasında
Şimdi ile geçmiş
Fakirlik ve zenginlik arasında
Salı, Eylül 15, 2015
Tezer öZLÜ
İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. yazdıkları, okumak istedikleridir. sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.'
Salı, Mayıs 21, 2013
Tarif: babalık
Baba Olmadan Önce Yazılan:
Baba olmayan bir insana baba olmayı anlatmasını istemek.Saçma..
Baba olmak, babacı olmak, babalık içgüdüsü, babanın kucağına gelmek. Babandan mı kaldı bu miras sana. Babayı almak. Babacılık oynamak. Baba olmanın dünyanın en güzel duygu olduğuna dair söylentiler. Babalık ricalı..Babada baba.Bana sorarsanız, koca bir boşluk.hafif bir korku, enseden kollarımdaki kıllara doğru bir ürperme.O da anne karnındayken şahit olduğum heybetli yer değiştirmelerde.
Soruyorlar, ne hissediyorsun? Karımın hissettiklerini hissetmiyorum herhalde. Ne hissetmem gerektiğini karımın suratına bakarak anlamaya çalışıyorum. Bildiğiniz öküzluk. Doğacak ve elime vereceklermiş. Minik bir canlı. Bendenmiş.Bedenimden, ruhumdan, aklımdan bir şeyler taşıyacakmış. Oturup bunlara kafa mı yorsam, final maçını mı izlesem diye düşünsem. Bazı baba adayları, sıyırtırmış gibi severlermiş, elllerinden gelse emzirirlermiş. hiç görmedim ama görsem de bön bön bakarım adamın suratına. Baba olmadık daha. Karından çıkmadı. Karından çıkıpta elime aldığımda bir daha değerlendirmem gerekecek.
9 aylık Babayken:
Adım baba. Ama çocuk mu doğdu ben mi doğdum 9 aydır kestiremiyorum.İyi bir babamıyım bilemiyorum, ama iyi bir oyun arkadaşıyım. Habire oyun oynuyoruz. Artık yaratıcılığımı zorlayan oyunlar düşünmem gerekiyor.Gözünün içini okuyarak 9 aylık bir iletişim kuruyoruz. Tüm mimiklerimi anında çakıyor, numaradan kızmalar da dahil. Pis pis sırıtarak: IGIHIHI..MİMMİ..GİLİGİLİGİLİ diyor.Böylece tüm söylediklerini anlıyorum. Bir şarkı söylüyorum, kafa sallıyor. Tam bir sahne kızı oldu çıktı.Onun her şeyini seviyorum.Kakasını, bacaklarını, gülmesini, numaradan ağlamasını, uykusu gelince huysuzlaşmasını.Ama en çok başbaşa vakit geçirdiğimiz zamanları seviyorum. Geniş yatağın üstüne yanyana yatıp birbirimize bakıp kikirdeştiğimiz zaman işte o zaman. Anası mamasını nasıl olsa hazırlıyor. :) Şimdi yine maçlara gidiyorum.Ama en büyük zevkim, herşeyim, sevgilim artık kızım olmuş durumda.
Baba olmayan bir insana baba olmayı anlatmasını istemek.Saçma..
Baba olmak, babacı olmak, babalık içgüdüsü, babanın kucağına gelmek. Babandan mı kaldı bu miras sana. Babayı almak. Babacılık oynamak. Baba olmanın dünyanın en güzel duygu olduğuna dair söylentiler. Babalık ricalı..Babada baba.Bana sorarsanız, koca bir boşluk.hafif bir korku, enseden kollarımdaki kıllara doğru bir ürperme.O da anne karnındayken şahit olduğum heybetli yer değiştirmelerde.
Soruyorlar, ne hissediyorsun? Karımın hissettiklerini hissetmiyorum herhalde. Ne hissetmem gerektiğini karımın suratına bakarak anlamaya çalışıyorum. Bildiğiniz öküzluk. Doğacak ve elime vereceklermiş. Minik bir canlı. Bendenmiş.Bedenimden, ruhumdan, aklımdan bir şeyler taşıyacakmış. Oturup bunlara kafa mı yorsam, final maçını mı izlesem diye düşünsem. Bazı baba adayları, sıyırtırmış gibi severlermiş, elllerinden gelse emzirirlermiş. hiç görmedim ama görsem de bön bön bakarım adamın suratına. Baba olmadık daha. Karından çıkmadı. Karından çıkıpta elime aldığımda bir daha değerlendirmem gerekecek.
9 aylık Babayken:
Adım baba. Ama çocuk mu doğdu ben mi doğdum 9 aydır kestiremiyorum.İyi bir babamıyım bilemiyorum, ama iyi bir oyun arkadaşıyım. Habire oyun oynuyoruz. Artık yaratıcılığımı zorlayan oyunlar düşünmem gerekiyor.Gözünün içini okuyarak 9 aylık bir iletişim kuruyoruz. Tüm mimiklerimi anında çakıyor, numaradan kızmalar da dahil. Pis pis sırıtarak: IGIHIHI..MİMMİ..GİLİGİLİGİLİ diyor.Böylece tüm söylediklerini anlıyorum. Bir şarkı söylüyorum, kafa sallıyor. Tam bir sahne kızı oldu çıktı.Onun her şeyini seviyorum.Kakasını, bacaklarını, gülmesini, numaradan ağlamasını, uykusu gelince huysuzlaşmasını.Ama en çok başbaşa vakit geçirdiğimiz zamanları seviyorum. Geniş yatağın üstüne yanyana yatıp birbirimize bakıp kikirdeştiğimiz zaman işte o zaman. Anası mamasını nasıl olsa hazırlıyor. :) Şimdi yine maçlara gidiyorum.Ama en büyük zevkim, herşeyim, sevgilim artık kızım olmuş durumda.
Pazar, Ocak 13, 2013
Kitap Analizi : Tipping Point Yazar: Malcom Gladwell
Tipping Point
How Little Things can Make a Big
Difference
by Malcolm Gladwell
İngilizce kitap genelde okumam, çünkü
ingilizce okumak dürüst olmak gerekirse zordur. Daha yavaş gider,
akıcı olamazsın, bazen yanlış anladığını zanneder tekrar
geriye dönmek zorunda kalırsın.Elinde sözlük takılırsın falan
feşmekan. Ama bir de kitaba kendini kaptırmışsan, anlatılanlar
ilgilini çekmişse, çatpat anladığına da hayret edersen, tüm
zorluğuna rağmen okumak zevk verir.
Gladwell in bu kitabını bilinçli
olarak aldığımı söyleyemem, aslında kitabı okumadan da ne
olduğunu, nasıl olduğunu anlamak biraz zor. Kitabın ismine
baktığımızda bunun bir tür kişisel gelişim kitabı olduğunu
tahmin ediyorsunuz ama okudukça kişisel gelişim kitabı olmadığını anlıyorsunuz.Mesela ilk bölümden okumaya başladığınız da, bir pazarlama kitabı
olduğunu da zannedebilirsiniz. Bir bölüm atlıyorsunuz, suç oranları ile ilgili bir olay, bir bölüm atlıyorsunuz, karizmatik insanlar hakkında bir şeyler bir şeyler.. Bizim yazarlarımızın
yavan kitaplarını okuduktan sonra (şüphesiz küçümseme değil,
ve çok genel olarak da söylemiyorum) bu kitap bir bilgi deryası sanki.
Kitap sürükleyici.Hush Puppies markalı eski moda suit
ayakkabıların nasıl olup da 1 yıl içinde satışlarını 30
binlerden 430 binlere çıkardığ sorusu ile başlayan bu sürürükleyicilik, akademik bir altyapının sade bir dil ve bol örneklerle anlatılmasından doğuyor, kanımca.Yazar Gladwell kitapta farklı alanlarda ki sosyal bilim araştırmalarını
aniden gerçekleşen gizemli sosyal patlamaların ve sosyal salgınların ayrıntılı bir
analizini sunmakta kullanıyor.Ama sıkmadan, sade ve keyifli bir dille.Yazar
Amerikalı olduğu için olayların da Amerika da gerçekleşen
sosyal olayların analizi olmasını yadırgamazsak, Tipping Point
meraklı (Ameriaklı değil- berbat espiri) okuyucuyu kendi içine sürüklüyor.
Özetle bu kitap bize şu soruyu
soruyor: Neden bazı olaylar aniden -bir salgın gibi-epidemic- hızla
ve durdurulamaz bir şekilde büyürken, diğer pek çok girişim
veya olay bu durumu/başarıyı yaşayamıyor? Neden bazı çok küçük
değişimler, çok çok büyük sonuçlara neden oluyor?Yani buna
yazar epidemic ve word-of-mouth demiş, ama nasıl çevirirseniz.
Mesela neden oğlum bak git tuttu da benzer pek çok komik diğer
videolar tutmadı.Mesela neden sosyal medya dedikleri şey, bazı
olaylar ve insanlar üzerinde bir anda -herkesin ilgisini çekiyor,
herkes aynı şeyi konuşuyor- patlama ve salgın gibi bir artış
varken, diğerlerinde yok. Bunun bir formülü var mı? Bu kitap
formülü vermiş abi.
Verdiği sayısız örnekten rastgele –
tabi kitabı karıştırarak- Birkaç örneğe bakalım:
Newyork Bronsville de 1990 lardan 1995
lere kadar geçen sürede frengi hastalığı nasıl yüzde 500 lük
bir artışla bir salgın haline geldi? O bölgenin özelliği neydi?
Amerika nın kurtuluşunda meşaleyi
yakan ilk direnişin başladığı geceden bir önceki gün, İngiliz
kolonilerinin ertesi gün bir saldırı planında olduğunu bir gece
içinde sabaha kadar at üstünde tanıdığı tüm kapılara giderek
başlatan Paul Revere, bunu nasıl başardı?
Susam Sokağı nasıl tuttu?
New York da suç oranları nasıl bir
yıl içinde ani bir düşüş pranı ile azalmaya başladı?
Air Walk markası nasıl oldu da tüm
gençlerde hızlı bir trend halinde popülerlik kazandı?
Sigara nasıl oldu da hızlı bir
şekilde gençler arasında yayılıyor?Sigaranın diğerleri
üzerinde hızlı bir şekilde yayılmasında önemli bir etkisi olan
sınıfın popüler “cool” gençlerinin ortak özellikleri nedir?
(Eysenks, şöyle demiş: “more sexually precocious,greater need to
opposite sex”, bir de şu sonucu çıkarmışlar, sigara içenler,
içmeyenlere göre kendilerine karşı daha dürüstler)
Micronesia adalarında 1960 ların
başında çocuklarda intihar oranları nasıl hızla
arttı?(normalden 5 kat daha fazla)S
Sihirli rakam 150 nin anlamı nedir?Bir
fabrikada çalıştırılması gereken maksimum kişi sayısı
kaçtır?
Aslında Gladwell bu işin sırrını
da anlatmış ve üç kural vermiş:Salgının üç kuralı olarak.
1- Power of the Context ( Bu içeriğin
güçlü olması anlamında)
2- Stickiness (yapışkanlık- fikrin
iyi anlatılması/taşınması ya da fikrin akılda kalması)
3- Law of Few ( Salgını yayabilecek
derece de özgün özelliklere sahip, karizmatik, bilgin
bağlayıcıların devrede olması)
Örneğin Baltimore da frengi
hastalığının yayılmasıyla ilgili yapılan bilimsel araştırmada,
salgın haritaları çıkarılmış ve salgının suç oranlarıyla
birlikte paralel gelişen Birkaç bardan yayıldığı tespit
edilmiş. Bu barlara gelen insanlardan 5-10 tanesinin seks yapma
oranın diğerlerine göre o kadar fazlaymış ki, aslında salgını
bu insanların çıkarmış olduğu ortaya çıkmış.Peki bu beş on
insanın ortak özelliği neymiş? Connector olmaları*yani her
çevreden tanıdıklarının olması, genç kızları iki kaykay
hareketiyle etkileyecek, artistik özelliklere sahip olmaları vs
gibi.
Veya Paul Revere nin de aynı şekilde
hem bir Connector hem de bir Maven (bilgi toplayıcı- her şeyden
haberi olan insanlardan bahsediyor- olması.
Tabi böyle bir özet işi
basitleştiriyor, ama şunu söylemek lazım: kitabı ağzınız açık
okuyorsunuz, ve verdiği belki 100 den fazla olay örneğinde hep
aynı tezini kuvvetlendirecek bilimsel araştırmalara yer vermiş.ben
diğer kitaplarını da okuyacam bu çakalın, size de tavsiye
ederim.
Pazartesi, Aralık 31, 2012
Bir Akşam Hikayesi
Akşam evden fırlayıp çıkmış ve annesine bir arkadaşıyla görüşeceğini söylemişti. Oysa kimseyle görüşmek istemiyordu. Sanki ortalıkta kendisinin bilmediği bir söylenti yayılmış da,herkes buna uyarak dışarıya çıkmamaya başlamıştı. Şimdi arabanın gazına biraz daha bastı, ilk ışıklarda sarıyı zar zor yakaladığında,hızının en üst noktasında dikkatsiz bir kadının yürümeye başladığını farketti. Herşey bir anda oldu.Kadın sadece önüne bakıyordu,Eren hızla kadının önünden geçerken diğer elini kullanmak zorunda kalmıştı, kornaya basmak için. Arabada sadece kendisi vardı ve yoldan ziyade aklında pek çok karmaşık düşünce. Günü gününe yaşamak istiyordu, o günden keyif almak ve ertesi gün dünü hatırlamamak; ama bunu beceremiyordu. Stresle başa çıkmanın bilmem kaç yolu, hayata umutla bakmanın bilmem kaç faydası vardı aslında.Ya da istese örnek alabileceği bilmem kaç çeşit arkadaşı: taşa baksa kadın gören abazanları, pasifist bir tutumla elini sıcak sudan soğuk suya değdirmeyenleri,sağa gel kurtul diyenleri, sola gel kurtul diyenleri, Allah'a teslim ol diyenleri, işine gücüne ver diyenleri. Bir de onlardan daha fazla doyurulması veya çözülmesi gereken diğer sorunları : Geleceğinin belirsizliği, bedeninin durmadan çalışan yıkıcı arzuları, potansiyel işsizliği, babadan para yemesi ve kız arkadaşıyla olan çetrefilli ilişkisi. Tam bir çıkmazın içinde hissediyordu kendini.
"Ne çok şey yaşamışım, ne çok şey görmüşüm, ne çok şey düşünüyorum."
Sahilde bir boş yere çekti arabayı, akşamı izlemek için. Batan güneşin ardından doğanın şekil değiştirişini.
"Evet yaşadım her şeyi. Görebileceğim kadar çok şey gördüm. Mesela Ferit'ı düşün- Ferit üniversite birinci sınıftan arkadaşı-... Sivilceli yüzü, ve her zaman ıslak jöleli saçlarıyla karakterinde iki şeyi birleştirmiş: Çirkinlik ve kendine güveni. Bunu nasıl beceriyor. Güzellik nedir ki? Şeklen orantılı olmak. Bakmak. Sanat. Herkesin ilgisini çekmez mi.Ama güzel olmak da nedir ki arkadaş ya..Sikiyim acaba bir bira mı içsem"
Bu akşam böyle geçmez diye düşündü küçük adam. Yağlı saçlarında elini gezdirdi. Zeynep'i düşündü. Tavşan kızı. Tavşan kız onu kadar çok seviyordu ki, fazla sevgiden bunalmıştı. Gururuna yediremediği şey şuydu: belirsizlik içinde ve ne olacağını bilmeden yaşarken, birisinin hayatını ona endekslemesiydi. Belki de endeksleme yoktu, endekslendirme vardı. Yani kız ona endeksli değildi, kızın hayatından sorumlu olduğunu hissederek küçük adam kıza endekslenmişti. O kadar güçlü hissetmiyordu kendini ama bunu kendine söylemeye korkuyordu. İntihar bile edebilirdi bunu söylememek için.Kafası biraz dumanlıydı. Büyük adam söylemleri bir üniversite giriş sınavıyla fiyaskoya dönüştüğünden beri artık normal olduğunu düşünmeye başlamıştı, herkes kadar normal zekaya sahip olduğunu, hatta belki küçük adam olduğunu. Fazlası değil, azı değil. Çevresindeki insanlara, bazı arkadaşlarına baktığında onların yaşamı dolu dolu ve zekice yaşamalarına, biraz da sorumsuzca - çünkü onların aileleri daha zengindi- tüketmelerine imreniyordu. Vaktinin her değerrli saniyesini faydalı bir işe adapte ediyor olmaktan sıkılmıştı. Kaygısız ve mutlu olmak istiyordu ama bunu beceremiyordu. Bu konuda fikirleri onu ikiye bölmüştü: Ya herkesin mutlu ve sorumsuz olduğu bir yalandı, ve onların hepsi gerçekten kendisinden çok daha zeki oldukları için yöntemini bulmuşlar zehirli çamura basmadan çeşmeden lıkır lıkır faydalanıyorlardı ve bunu küçük adama söylemeyecek kadar da uyanıklardı; ya da gerçekten adamımız herkesten biraz farklıydı, kendini üstün görmesi için, böyle görmezse acı çekiyordu, ciddi bir nedeni vardı. Kendisi ve diğer aptallar. Kendisini dünyanın merkezine koymanın gerçekten bencilce olduğunun farkındaydı aslında ama kendini koyacak da başka bir kefe bulamamıştı işte. Keşke kendisinin geçtiği bu yoldan geçmiş ve bunu tam oalrak kendisi gibi tanımlamış arkadaşları olsaydı ya.gerçekten aynı kendisi gibi düşünen arkadaşları vardı ama kimse kendini tam ifade edemiyordu. Yaşamak evet acı verici. Ölseydi mesela , arkasından ağlayanları düşünürdü hep. Bir gün ansızın ölürse herkesi şaşırtan bir şeyler yapmak istemişti yıllarca. Herkesin hayret edeceği. Acıklı ama bir o kadar da yıllar boyunca kendinden övgüyle bahsettirecek bir son. Kahraman olmak mesela bir savaşta, ama bunu yapamazdı. Kahramanlık için yeterince donanıma sahip değildi. Kahraman olamazsa, tanınmış bir halk adamı, insanların takdir ettiği ve yardıma koştukları bilge ve ünlü bir adam. Stoacı bir keşişlik halinde bidonunda yaşayıp gölge etme yeter diyebilse ama bir yandan da tüm insanlara bilgi dağıtsa, para dağıtsa. Hayata aldırmadan, hayatı küçümseyerek, onun için yaşamın basit zorluklarını bir sözü ile ezerek yaşasa ve hep böyle güçlü kalsa. Ama hayatın eğrilerden oluştuğunu iktisat derslerinde de anlamıştı. Hayat bir iktisat eğrisinden daha asimetrik ama ondan daha gerçekçiydi. Dinazor gibi neslinin tükenmesini bekleyemezdi. Ya oturmalı ve ağlamalıydı güçsüz olduğunu kabul ederek ya da derhal bu saçmalıklara bir son vermeliydi.
en güvendiği ve hayranlıkla baktığı insanların- büyüklerin bile çok basit zaafları olduğunu keşfettiğinde gerçekten mükemmelin olmadığını, her zorluğun bir kaç bilgece kelamla çözülemeyeceğini, istediğin gibi yaşamanın gerçekte biraz zor yaşandığını, acı tecrübelerin veya tatlı düşlerin kişiyi yavaş yavaş oluşturduğunu düşündü.
Şimdi 24 yaşında iken çocukca bir ifade takındı yüzüne.Bilge bir esinti yüzünü yalıyordu. Bu akşam esintisi İstanbul da gerçekten güzeldi. İnsanlar evlerine dönme telaşındaydılar. İşe girmek, sorumluluklar, sorumluluklar, yaş ilerledikçe ölümler ve kopuşlar.Hayatın önünde aslında minik bir kız çocuğu kadar güçsüz olduğunu hissettiği için bu saçmalıklara isyan ediyor olabilir miydi? İşte şu karşıya geçerken arabalara küfreden beyaz gömlekli adamı ele alalım.Muhtemelen 30 lu yaşlarında. kolunda siyah bir saat altında kumaş bir pantolon aynı renkte. Sakallarını özellikle bırakmış, kafası kelleşmiş.Aynaya baktığında ne düşünüyor olabilir. O anda her insanın hayatta mutlu olmak için ciddi bir nedenin inancının olması gerektiğini farketti. Adam aynanın karşısında yakışıklı kelleşmemiş ve kilo almamış olduğunu düşünebilir mi? Şu önünden geçen Mercedes in içindeki aynı kel-fodul ama mutlu adamlardan biri olmadığı için hayıflanıyor olabilir mi? Kendi yaşam mücadelesinde hangi aşamalardan geçti acaba. Mesela gençliğinde kendini hayata ne bağlıyordu? İnanç mı? sakallı ve elinde tesibih olduğuna göre gömleğinin kalitesinden de anlaşıldığı kadarıyla Eminönünde pekala bir iyi kazanan bir dükkanın eli yüzü düzgün bir sahibi olabilir.yani dini toplantılara gidp biraz onlara yardım edip sosyal bir çevre edinerek ve abilik taslayan yürüyüşüyle özü sözü doğru karakterli abi sıfatıyla ve düşsel inancıyla kendi ruh sağlığını yerinde tutuyor olabilir. ama bir dakika,kendini topla.Nereye gidiyor bu düşünceler. Hepsini adam karşıdan geçinceye kadar düşündü. Hızlı mı yavaş mı.Kendini toparlaması gerektiğini farketti. Yanından geçen çaycıya bir el etti.
-Ne kadar abi çay.
-50 kuruş abi.
-Ver bakalım bi tane. Ateşin var mı?
-yoktur abi.
-Al bu para. Teşekkürler.
Şişko ve sakallı adam.Karşıdan karşıya geçmiş ve taşlık binaların arasında kaybolmuştu. küçük adam yüzünü tekrar denize verdi. Sıkılmışlığını ve düşüncelerini bir an toplaması gerekiyordu. Ama bunu beceremiyordu. Biraz kodain,biraz da keratemin alsa, hafiften bir baygınlık ve yarı aptallık halinde akşamın hiç geçmemesini sağlasa. Akşam eve döndüğünde annesinin nerdeydin oğlum diyen sorgucu bakışlarına net cevaplar verse ve bundan sıkılmasa. Sanki tek başınalık suçtur bizim toplumumuzda.Üniversitedeki sınıf arkadasını düşündü. Her zaman tek başına gezen. Tek başınalığı dert etmeyen.bu arkadaşıyla yaşadığı diyaloğu hayal meyal hatırlıyordu.
-Nerdeydin hafta sonu adamım?
-sinemaya gittim.
-Kiminle gittin?
-Tek başına. Küçük adamın kaşları yukarı kalkmıştı. istediği cevabı alamamanın şaşkınlığını yaşıyordu.O istiyordu ki, Mehmetle gittik, serhan la gittik, Veli yle gittik. Bir cevap alsın.Sonra da sohbet o kanala kaysın. Sonra filmi beğenip beğenmediğine falan filan.Ama şimdi tek başına sinemaya gittiğini duyunca şaşırmıştı.
-Tek başına mı? Sıkılmadın mı?
-Yoo, hiç sıkılmadım.Çok eğlenceliydi.
Burda uzun uzun bu konuyu düşündü. Tek başınalık. Tek başına sinemya gittiğinde sıkılacaktı.Bu başından belliydi. Daha sıraya girdiğinde aynı sıradaki, kız arkadaşıyla, erkek arkadaşıyla, grup halinde, ailesiyle, en olmadı çocuğuyla gelenleri görecek ve çevresinde kendisine benzeyen birisinin olup olmadığına bakacaktı korkakça.sonra bileti alacaktı. Genç bilet satıcısı, parlak gözleriyle kaç kişi diye soracaktı. İşte o soruyu sorduğunda neler yapabilirdi.
Mesela şöyle diyebilirdi:
-Tek başınayım lan gerizekalı görmüyorsun. Kaç kişi olmamı bekliyorsun. Yok eğer şu sıradaki tüm bayanların benim arkadaşım olduğunu hayal ediyorsan ve bunu gerçekleştirebileceksen hemen hepsinin parasını babamın kredi kartından vermeye hazırım. Ama bunu yapamayacaksan, giderek zavallılaşan bakışlarını benim üzerimden çekip önündeki monitorden bana bir kişilik bileti öğrenci kontenjanından versen çok iyi olacak.
Ya da şöyle olabilirdi.:
-Evet yalnızım. Bir başıma geldim.Tekim. bu sıradaki tamamı en az iki kişiden oluşan grupların aksine tek başına burada olmaktan her hangi bir yüksünme, gocunma ve eksiklik duygusu yaşamıyorum. lütfen felsefik konuşmamın nedenlerine girmeden bana öğrenci kontenjanından bir bilet verebilir misiniz?
İnsan tek başınalıktan eğlenemez mi? Soru bu. ama tek başınalık, yalnızlıktan biraz farklı bir durum olmalı. Yalnız değilsindir aslında. Pek çok arkadaşın olabilir ama durumdan duruma değişen ve birlikte yaptığın takdirde daha rahat halledebileceğin işi tek başına halletmektir, tek başınalık.
Bir film sahnesi de olabilirdi bu tek başınalığın sinirli cevabı:
-Bana bak sivri sakallı ve küpeli gösteriş meraklısı genç züppe. beni sinirlendirmek, belimdeki 9 mm coltumu kırışıksız alnına dayayıp burdaki herkesi strese sokup patronunla sorun yaşamak istemiyorsan, hemen bana öğrenci kontenjanından bir bilet ver.
"Ben sosyal bir ortama tek başıma girmiyorsam, odamda bilgisayarım kitaplarım ve müziğim yada filmimle tek başınalıktan acayip keyif alırrım. Hele ki bir de fiziksel ihtiyaçlarım, yemek su kahve gibi karşılanmışsa."diye kendini kandırdı.
Çayını karıştırdı. Denizi seyretmeye başladı.Saate baktı.Saat onu gösteriyordu. Belki de kalkma vakti gelmişti. Saatle ve bir yere zamanında ulaşmakla başı hep belada olduğu için erken davranmak istedi.Ama sonra bunun için güçlü bir nedeni yoktu. Birisi istedi diye bir şey yapamazdı.Kendisi istedi diye bir şey yapmalıydı ve içinden şimdi buradan kalkmak gelmiyordu. kıçı yavaş yavaş uyuşup bedensel refleksleri sinyal gönderinceye ya da ortalık iyice sakinleşinceye kadar oturmalıydı. Keyfince ve tek başına.
"Ne çok şey yaşamışım, ne çok şey görmüşüm, ne çok şey düşünüyorum."
Sahilde bir boş yere çekti arabayı, akşamı izlemek için. Batan güneşin ardından doğanın şekil değiştirişini.
"Evet yaşadım her şeyi. Görebileceğim kadar çok şey gördüm. Mesela Ferit'ı düşün- Ferit üniversite birinci sınıftan arkadaşı-... Sivilceli yüzü, ve her zaman ıslak jöleli saçlarıyla karakterinde iki şeyi birleştirmiş: Çirkinlik ve kendine güveni. Bunu nasıl beceriyor. Güzellik nedir ki? Şeklen orantılı olmak. Bakmak. Sanat. Herkesin ilgisini çekmez mi.Ama güzel olmak da nedir ki arkadaş ya..Sikiyim acaba bir bira mı içsem"
Bu akşam böyle geçmez diye düşündü küçük adam. Yağlı saçlarında elini gezdirdi. Zeynep'i düşündü. Tavşan kızı. Tavşan kız onu kadar çok seviyordu ki, fazla sevgiden bunalmıştı. Gururuna yediremediği şey şuydu: belirsizlik içinde ve ne olacağını bilmeden yaşarken, birisinin hayatını ona endekslemesiydi. Belki de endeksleme yoktu, endekslendirme vardı. Yani kız ona endeksli değildi, kızın hayatından sorumlu olduğunu hissederek küçük adam kıza endekslenmişti. O kadar güçlü hissetmiyordu kendini ama bunu kendine söylemeye korkuyordu. İntihar bile edebilirdi bunu söylememek için.Kafası biraz dumanlıydı. Büyük adam söylemleri bir üniversite giriş sınavıyla fiyaskoya dönüştüğünden beri artık normal olduğunu düşünmeye başlamıştı, herkes kadar normal zekaya sahip olduğunu, hatta belki küçük adam olduğunu. Fazlası değil, azı değil. Çevresindeki insanlara, bazı arkadaşlarına baktığında onların yaşamı dolu dolu ve zekice yaşamalarına, biraz da sorumsuzca - çünkü onların aileleri daha zengindi- tüketmelerine imreniyordu. Vaktinin her değerrli saniyesini faydalı bir işe adapte ediyor olmaktan sıkılmıştı. Kaygısız ve mutlu olmak istiyordu ama bunu beceremiyordu. Bu konuda fikirleri onu ikiye bölmüştü: Ya herkesin mutlu ve sorumsuz olduğu bir yalandı, ve onların hepsi gerçekten kendisinden çok daha zeki oldukları için yöntemini bulmuşlar zehirli çamura basmadan çeşmeden lıkır lıkır faydalanıyorlardı ve bunu küçük adama söylemeyecek kadar da uyanıklardı; ya da gerçekten adamımız herkesten biraz farklıydı, kendini üstün görmesi için, böyle görmezse acı çekiyordu, ciddi bir nedeni vardı. Kendisi ve diğer aptallar. Kendisini dünyanın merkezine koymanın gerçekten bencilce olduğunun farkındaydı aslında ama kendini koyacak da başka bir kefe bulamamıştı işte. Keşke kendisinin geçtiği bu yoldan geçmiş ve bunu tam oalrak kendisi gibi tanımlamış arkadaşları olsaydı ya.gerçekten aynı kendisi gibi düşünen arkadaşları vardı ama kimse kendini tam ifade edemiyordu. Yaşamak evet acı verici. Ölseydi mesela , arkasından ağlayanları düşünürdü hep. Bir gün ansızın ölürse herkesi şaşırtan bir şeyler yapmak istemişti yıllarca. Herkesin hayret edeceği. Acıklı ama bir o kadar da yıllar boyunca kendinden övgüyle bahsettirecek bir son. Kahraman olmak mesela bir savaşta, ama bunu yapamazdı. Kahramanlık için yeterince donanıma sahip değildi. Kahraman olamazsa, tanınmış bir halk adamı, insanların takdir ettiği ve yardıma koştukları bilge ve ünlü bir adam. Stoacı bir keşişlik halinde bidonunda yaşayıp gölge etme yeter diyebilse ama bir yandan da tüm insanlara bilgi dağıtsa, para dağıtsa. Hayata aldırmadan, hayatı küçümseyerek, onun için yaşamın basit zorluklarını bir sözü ile ezerek yaşasa ve hep böyle güçlü kalsa. Ama hayatın eğrilerden oluştuğunu iktisat derslerinde de anlamıştı. Hayat bir iktisat eğrisinden daha asimetrik ama ondan daha gerçekçiydi. Dinazor gibi neslinin tükenmesini bekleyemezdi. Ya oturmalı ve ağlamalıydı güçsüz olduğunu kabul ederek ya da derhal bu saçmalıklara bir son vermeliydi.
en güvendiği ve hayranlıkla baktığı insanların- büyüklerin bile çok basit zaafları olduğunu keşfettiğinde gerçekten mükemmelin olmadığını, her zorluğun bir kaç bilgece kelamla çözülemeyeceğini, istediğin gibi yaşamanın gerçekte biraz zor yaşandığını, acı tecrübelerin veya tatlı düşlerin kişiyi yavaş yavaş oluşturduğunu düşündü.
Şimdi 24 yaşında iken çocukca bir ifade takındı yüzüne.Bilge bir esinti yüzünü yalıyordu. Bu akşam esintisi İstanbul da gerçekten güzeldi. İnsanlar evlerine dönme telaşındaydılar. İşe girmek, sorumluluklar, sorumluluklar, yaş ilerledikçe ölümler ve kopuşlar.Hayatın önünde aslında minik bir kız çocuğu kadar güçsüz olduğunu hissettiği için bu saçmalıklara isyan ediyor olabilir miydi? İşte şu karşıya geçerken arabalara küfreden beyaz gömlekli adamı ele alalım.Muhtemelen 30 lu yaşlarında. kolunda siyah bir saat altında kumaş bir pantolon aynı renkte. Sakallarını özellikle bırakmış, kafası kelleşmiş.Aynaya baktığında ne düşünüyor olabilir. O anda her insanın hayatta mutlu olmak için ciddi bir nedenin inancının olması gerektiğini farketti. Adam aynanın karşısında yakışıklı kelleşmemiş ve kilo almamış olduğunu düşünebilir mi? Şu önünden geçen Mercedes in içindeki aynı kel-fodul ama mutlu adamlardan biri olmadığı için hayıflanıyor olabilir mi? Kendi yaşam mücadelesinde hangi aşamalardan geçti acaba. Mesela gençliğinde kendini hayata ne bağlıyordu? İnanç mı? sakallı ve elinde tesibih olduğuna göre gömleğinin kalitesinden de anlaşıldığı kadarıyla Eminönünde pekala bir iyi kazanan bir dükkanın eli yüzü düzgün bir sahibi olabilir.yani dini toplantılara gidp biraz onlara yardım edip sosyal bir çevre edinerek ve abilik taslayan yürüyüşüyle özü sözü doğru karakterli abi sıfatıyla ve düşsel inancıyla kendi ruh sağlığını yerinde tutuyor olabilir. ama bir dakika,kendini topla.Nereye gidiyor bu düşünceler. Hepsini adam karşıdan geçinceye kadar düşündü. Hızlı mı yavaş mı.Kendini toparlaması gerektiğini farketti. Yanından geçen çaycıya bir el etti.
-Ne kadar abi çay.
-50 kuruş abi.
-Ver bakalım bi tane. Ateşin var mı?
-yoktur abi.
-Al bu para. Teşekkürler.
Şişko ve sakallı adam.Karşıdan karşıya geçmiş ve taşlık binaların arasında kaybolmuştu. küçük adam yüzünü tekrar denize verdi. Sıkılmışlığını ve düşüncelerini bir an toplaması gerekiyordu. Ama bunu beceremiyordu. Biraz kodain,biraz da keratemin alsa, hafiften bir baygınlık ve yarı aptallık halinde akşamın hiç geçmemesini sağlasa. Akşam eve döndüğünde annesinin nerdeydin oğlum diyen sorgucu bakışlarına net cevaplar verse ve bundan sıkılmasa. Sanki tek başınalık suçtur bizim toplumumuzda.Üniversitedeki sınıf arkadasını düşündü. Her zaman tek başına gezen. Tek başınalığı dert etmeyen.bu arkadaşıyla yaşadığı diyaloğu hayal meyal hatırlıyordu.
-Nerdeydin hafta sonu adamım?
-sinemaya gittim.
-Kiminle gittin?
-Tek başına. Küçük adamın kaşları yukarı kalkmıştı. istediği cevabı alamamanın şaşkınlığını yaşıyordu.O istiyordu ki, Mehmetle gittik, serhan la gittik, Veli yle gittik. Bir cevap alsın.Sonra da sohbet o kanala kaysın. Sonra filmi beğenip beğenmediğine falan filan.Ama şimdi tek başına sinemaya gittiğini duyunca şaşırmıştı.
-Tek başına mı? Sıkılmadın mı?
-Yoo, hiç sıkılmadım.Çok eğlenceliydi.
Burda uzun uzun bu konuyu düşündü. Tek başınalık. Tek başına sinemya gittiğinde sıkılacaktı.Bu başından belliydi. Daha sıraya girdiğinde aynı sıradaki, kız arkadaşıyla, erkek arkadaşıyla, grup halinde, ailesiyle, en olmadı çocuğuyla gelenleri görecek ve çevresinde kendisine benzeyen birisinin olup olmadığına bakacaktı korkakça.sonra bileti alacaktı. Genç bilet satıcısı, parlak gözleriyle kaç kişi diye soracaktı. İşte o soruyu sorduğunda neler yapabilirdi.
Mesela şöyle diyebilirdi:
-Tek başınayım lan gerizekalı görmüyorsun. Kaç kişi olmamı bekliyorsun. Yok eğer şu sıradaki tüm bayanların benim arkadaşım olduğunu hayal ediyorsan ve bunu gerçekleştirebileceksen hemen hepsinin parasını babamın kredi kartından vermeye hazırım. Ama bunu yapamayacaksan, giderek zavallılaşan bakışlarını benim üzerimden çekip önündeki monitorden bana bir kişilik bileti öğrenci kontenjanından versen çok iyi olacak.
Ya da şöyle olabilirdi.:
-Evet yalnızım. Bir başıma geldim.Tekim. bu sıradaki tamamı en az iki kişiden oluşan grupların aksine tek başına burada olmaktan her hangi bir yüksünme, gocunma ve eksiklik duygusu yaşamıyorum. lütfen felsefik konuşmamın nedenlerine girmeden bana öğrenci kontenjanından bir bilet verebilir misiniz?
İnsan tek başınalıktan eğlenemez mi? Soru bu. ama tek başınalık, yalnızlıktan biraz farklı bir durum olmalı. Yalnız değilsindir aslında. Pek çok arkadaşın olabilir ama durumdan duruma değişen ve birlikte yaptığın takdirde daha rahat halledebileceğin işi tek başına halletmektir, tek başınalık.
Bir film sahnesi de olabilirdi bu tek başınalığın sinirli cevabı:
-Bana bak sivri sakallı ve küpeli gösteriş meraklısı genç züppe. beni sinirlendirmek, belimdeki 9 mm coltumu kırışıksız alnına dayayıp burdaki herkesi strese sokup patronunla sorun yaşamak istemiyorsan, hemen bana öğrenci kontenjanından bir bilet ver.
"Ben sosyal bir ortama tek başıma girmiyorsam, odamda bilgisayarım kitaplarım ve müziğim yada filmimle tek başınalıktan acayip keyif alırrım. Hele ki bir de fiziksel ihtiyaçlarım, yemek su kahve gibi karşılanmışsa."diye kendini kandırdı.
Çayını karıştırdı. Denizi seyretmeye başladı.Saate baktı.Saat onu gösteriyordu. Belki de kalkma vakti gelmişti. Saatle ve bir yere zamanında ulaşmakla başı hep belada olduğu için erken davranmak istedi.Ama sonra bunun için güçlü bir nedeni yoktu. Birisi istedi diye bir şey yapamazdı.Kendisi istedi diye bir şey yapmalıydı ve içinden şimdi buradan kalkmak gelmiyordu. kıçı yavaş yavaş uyuşup bedensel refleksleri sinyal gönderinceye ya da ortalık iyice sakinleşinceye kadar oturmalıydı. Keyfince ve tek başına.
Pazartesi, Ağustos 27, 2012
SUÇLULUK DUYGUSU - II
Karşılıklı etkileşim halinde olup da farklı nitelikler
arzeden iki hissin (bedense-cinsel ve
ruhsal doyum hislerinin) iki farklı karakterde yaşanmasından oluşan karmaşık
ilişkinin bir sanat eseri gibi yaratıcılıkla akıp gitmesini nasıl
sağlayabiliriz?
Bu soruya aşık olmak diye cevap vermek kolaya kaçmak
olacaktır. Ve doyumlardan oluşan bir ilişkiler yumağı hayal etmenin baştan
saçma bir fikir olduğunu düşünenleriniz de olabilir.Keza bazılarımız,
kendilerini sürekli doyum halinde yaşamaktan özellikle çektiklerini, keza bunun
ruhsal ihtiyaçlarını körelttiklerini de söylemektedir.
Ne var ki, mantıksal bir düşünce ile olayları analiz edip,
inançların kendi doğasına karışmamak en güzeli olduğunu düşünüyorum.Dini metinleri bu
akıl yürütmelere karıştırmamak gerekir.Mesela, dinimiz aslında bedenin
yasalarını ve ruhun kurtuluşunu özetleyen reçeteler de içermektedir. Ancak bu
kurallara uymanın başka kuralları da vardır. Mantıksal bir çözüm bulmalıyız. Ne
bulmamız gerektiğini hatırlayalım: Ruhsal ve bedensel doyumu at başı
birlikte nasıl yürütebiliriz, biri diğerine çelme takmadan, diğerini ötelemeden
veya ötekileştirmeden.
İkinci sorumuz da şu: Doyum enerjisine göre hareket eden bu
kişiler tam faydacı yaklaşımları çerçevesinde, suçluluk hissetmeden saltık
ilişkilerini ayrıldıklarında nasıl yaşarlar? Neye yüklenim yapılarak doğal
olanı sağlayabiliriz?
Çoğunuz gibi ben de pek çok kereler yaptığım hatalardan
suçluluk hissettim. Dinin suçluluk duygusu konusundaki nötürleştirici, kişiyi
sorumsuzlaştırıcı etkisinden daha önceki suçluluk hakkındaki yazımda
bahsetmiştim. Ama günahtan arınmak, gurura meyletmeyi de beraberinde getirdiği
için, kendimizi değerlendirmekte tekrar yanılma payımız her zaman vardır.Kişiler
diğer aleme dair hesapları üzerinden suçluluk hissetmezler, ama diğer alemi
düşündükleri için suçluluk hissedebilirler.Burada hesap kelimesini ihtimal
olarak da anlayabilirsiniz.Bu yapay bir suçluluktur ve kendini hemen eleverir.
Günah işlemişlerse sonucunu düşünürler, akibet korkusuyla ruhsal enerjileri
düşer,( ağlamaya sinirliliğe, ajitasyona eğilim) Halbuki günah diye bir tanım
yapılmış. Sonucu anlatılmış, yol yordam gösterilmişse, hata en baştadır.
Yani kişi diğer alemi düşündüğü için suçluluk
hissetmiştir.Ama burada açıkça belirtmek gerekir ki suçluluk duygusunun dini
nedeni, o aleme inanmak değildir. Farklı dini metinlerde belirli düzeyde bir
suçluluk içinde olmanın kişiyi zaptedeceği, bunun ruh için gerekli olduğu,
bedensel isteklerin peşinde gitmeyi engellediği söylenir.Bunu bilerek veya
bilmeyerek çoğumuz yaparız. Kendimizi zaptederiz.yani biz suçluluk hissetmek
istemiyoruz.
Sevgiliden ayrılma ihtimali üzerine yapılan hesaplardan
dolayı suçluluk hissetmeyiz. Sorun baştadır; sevgilin dinin ise, ayrılman da
günahındır. O zaman günah işlemeyi hesap etmelisin.Çünkü aynı sevgiliyle ömür
boyu yaşayamayabilirsin ya da yaşamak istemeyebilirsin. Sevgililik, evlilik,
beraber yaşamak, birleşmek, bunların hepsi azıyla çoğuyla kısa geçiçi, uzun
geçici veya kalıcı ayrılıklara gebedir. Kendini onaran birliktelikler, yaşanan
zamana dayalı olarak görünür kısa geçici veya uzun geçici ayrılıkların acısını
görünmeyen yöntemlerle karşıya yaşatacaktır. Ki kişiler karınca değildir,
hepimiz azgın birer maymun da değilizdir.
Elimizden geldiğince (her ne kadar bu lafı hiç sevmesem de)
suçlanmaktan ve suçluymuş gibi hareket etmekten kaçınırız.
Bedensel doyum yaşamak ruhsal doyumu da beraberinde
getirmeyebilir. Diyelim adam kendini tamamen dünya zevklerinden uzakta tutan
kapalı bir cemaatin içinde tutsun ve gözlerini kapatıp günlerce evrenin
yaradılışını huşu ile tefekkür edip şükrediyor olsun. Bu adam ruhsal doyuma
ulaşıp da bedensel doyuma ulaşmadığı takdir de dengeyi koruyamayabilir. Ve
basit bir olayda tüm sağladığı ruhsal doyum dengesi patlak verecektir. Bu patlak verme olayı,
gingsengli bir bardak çay içip, bir kavanoz fındık ezmesi yemenin sonuçları
kadar kolaylaşabilir. Bedeni caydırmak ile bedensel enerjini bir aygır düzeyine
çıkarmak arasında ruhsal anlamda da bir fark oluşmayabilir. Bedensel doyuma
ulaşmış bir jimnastikçi pekala bir derviş de olabilir.Her iki durumda da
kahramanımız meşru yollardan evlenmeye ve bedensel ihtiyaçlarını (cinsellik)
karşılamaya zorlanır toplum tarafından. Bu durumda karşındaki kişiyi sevmeden
de evlenebilirsin çünkü hormonlar her zaman akla hakim olmaya yatkındır.
Bu durumda olgunlaşmış ve eğitilmiş iki kişi- iki arkadaş
birlikte yaşamı devam ettirmek istiyorlarsa önce kendi zevklerini düşünmek
zorundadırlar. Bunu başarabilen bu iki sağlıklı birey suçluluk hissetmemek için
birbirine yapışıyor. Halbuki bu durumda bile iki kişinin birbirinden sıkılması
normaldir. Çünkü doyum süreklilik de arzetmez. Beyin doyumu istekleri
karşılandıkça yeniler. Güncellenen istekler güncellenmesi gereken istekler
yaratır. Bu dengeyi sağlayamaz veya bu hıza yetişemezseniz aksamalar,kavgalar
başlar ve mutlu olduğunu düşünen hayal kırıklığına uğrar. Aslında hayal
kırıklığına uğramasına gerek yoktur, çünkü olaya kendi zevkini düşünen kişiler
olarak başladığını kabul etmiş kişilerdir.
Kendi yaşamsal ihtiyaçları için bir araya gelmiş iki kişinin
( bu böyle olmak zorundadır) taraflardan birinin diğerinden vazgeçmek
istediğinde oluşan hayal kırıklığı, terk edilenin kendi zevklerinin ve
doyumlarının elinden alınmasından doğan üzüntüden başka bir şey değildir.
Bu yüzden bunun farkında olan terk edilen kişinin kendisini
suçlamasının anlamı yoktur. Ancak bedensel doyumu her ne kadar partneriyle tam
bir karşılıklılık hissi ile birlikte yaşıyor olsa da; ruhsal doyum partnerinin
daha az etkisinde kalarak yaşanabilen, daha öznel bir bir histir. Bu sebeple
kural olarak herkes kendi doyumlarını yaşamak istediği için kişinin suçluluk
duygusu yaşamasını, yürüttüğümüz bu mantığa uygun bulmasak da; ruhsal doyumun
öznelliği bizi başka sorulara itmelidir? Poligamik bir dünyada elindekileri
devamlı kaybedip yenisinin peşinde koşarak yaşamayı mı ,monogamik bir dünyada isteklerini
mi dizginleyerek yaşamayı mı tercih edersin? Tercih yapmak zorunda mısın?
Devam edecek.
Erkan Ören
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)