Translate

Perşembe, Eylül 17, 2009

BAYRAM HAKKINDA

Aksamdan hazırladıgımız bayramlıklarımızı sabah giymek için hayaller kurduğumuz, giyindikten sonra büyüklerimize nasıl olmuş diye övgüler almayı beklediğimiz, dedemizin elinden tutarak namaza gittiğimiz, döndüğümüzde büyüklerimizden ne kadar para alıcaz diye sabırsızlandığımız, kahvaltıdan önce büyüklerimizin sırayla elini öptüğümüz o BAYRAM SABAHLARI..
Şimdi değişti..

Artık saçı sakalı birbirine girmiş iri yarı kodaman adamlar haline geldik. Ne elini öpecek ninemiz kaldı, ne ne kadar verecek diye eline baktığımız dedemiz.

Artık ne şeker yemekten zevk alıyoruz, ne yeni elbiseler giymekten. Yanaklarımız yorgunluktan kıpkırmızı oluncaya kadar koştuğumuz harman yerleri ya da dizlerimizi kanattığımız sokak kaldırımları kalmadı artık.

Düz ranzalar, monoton selamlaşmalar,
Saçma sapan yüzlerce kural girdi eski günlerimizle aramıza.
Aman kırılmasın vazoları, Eyvah çizilmesin sehpaları girdi aramıza,
Üç beş selamlaşma, bir eyvallah ve soğuk bir bayram girdi aramıza.

Bu bayramlar aristokratik, büroktatik,
Bayramları görmediğimiz, göremediğimiz, her gün gördüğümüz tüm sevdiklerimizle içtenlikle, sevgiyle nasıl hissediyorsak öyle paylaşmak için, kuralsız davranmak için bir fırsat olarak görmenizi temenni ederim.

Kuralsız davranmak gerekir çünkü sevginin kuralı yoktur.

Cumartesi, Ağustos 29, 2009

UYUM

Devamlı şartlandırıldığımız UYUM kelimesinin ne kadar tehlikeli olduğunu farkettiniz mi? "Uyumlu olun" "Uyum şart" "Uyumlu bir insan istiyorum"

Uyum kelimesinin köklerine ve türevlerine bakalım:
Uyum, uymak, uyuşmak, uydurmak, uyduruk,uyuklamak, uygun
Uymak :
1. Ölçüleri birbirini tutmak: Ayakkabı ayağına iyi uydu.
2. Renk, biçim vb. yönünden birbirini tutmak, uygun düşmek: Kravat ceketine uymuş.
3. Zevke, anlayışa uygun düşmek: Sizin tutumunuz bizim görev anlayışımıza uyuyor.
4. Bir inanca, bir anlayışa, bir duruma veya egemen bir güce uygun davranışta bulunmak, riayet etmek: Şu acayip sevdaları bırak, muhite uy, zamana uy, hayatını mükemmel kazanırsın. -P. Safa.
5. Bağlı kalmak, tabi olmak: Birtakım kayıt ve şartlara uymalıydı. 6. Uygun düşmek, münasip olmak: Her cihette birbirine uyacak kadın erkek bulmak dünyada kabil değildir

Uydurmak :
1. Uymasını sağlamak
2. Hayal gücünden yararlanarak gerçek dışı bir şey söylemek, yakıştırmak
3. Ara bulmak, ortam düzenlemek.


"Uymazsa uydururuz."
"Ragıp uydurma yine ben yemem bu teraneleri"
"Ne uyduruktan koltuklarmış bunlar"
"Uyuma ülkeyi militarize ediyorlar"
"Uykuluydu, çevresinde ne olduğunun farkında değildi."

Uymak tehlikeli bir kelimedir.Uymak koyun kalmak demektir.Uymak taviz vermektir.Uymak ele geçirilmektir.Uymak teslim olmaktır.Uyum çaklılardan birisi olmayı kabul etmektir.Uyum büyük bir iradeye veya daha büyük bir güce boyun eğmektir.
En sevdiğiniz insan sizden uyumlu diyerek övünüyorsa sizin için "ben ne dersem onu yapar" demek istemektedir. Eğer artık çok uyumlu bir insan olduğunuzu söylüyorlarsa biraz farklılaşmanın kendi fikirlerinizi ortaya koymanın zamanı gelmiş demektir.

Uyum ile uyumak arasında ne kadar yakınlık var değil mi? Eğer herkesle uyumlu bir insan haline gelmişseniz, kendinize has fikirlerinizi her yerde söylemiyor, sessiz kalmayı tercih ediyor ve sesinizi yükseltemiyorsunuz demektir.Yani uyduruklaşıyorsunuz demektir.Tıpkı

Demirden Kelimeler

"Demirden kelimelerdir benim söyleyemediklerim..Kuru demir gibi ağır ve sert, erimiş demir gibi zehirlidir."Erkan Oren
Yaşamı bir nesne gibi düşünemeyiz, istediğimiz gibi ona oklarımızı çekip, istediğimiz anda ondan ellerimizi çekemeyiz.Yaşam bir yaşama alanıdır, bir nefes alma borusudur, ama yaşam hiç bir zaman tam bir nesne olarak tanımlanamaz.Yaşam bir öznedir.Bazen nesneleştiririz onu, bazen bütünleştiririz onu hareketlerimizle, ama o öznedir.
Bazen niye yaşadığımızı bilemeyiz, bazen her şeyin bilincinde olduğumuzu sanırız.Bazen olayları yorumlama yeteneğimizi kaybetmiş bir akılsız gibi hareket ederiz ve yaşamak bir kataküleye getirmek haline gelir.
İçimizdeki savaşkan insan hep bir çabalama ve koşuşturma içinde bulunmayı arzu eder.Oysa çoğu zaman dinginliği ve duru bir zihinle tahlil edebilmeyi en doğru kararları alabilmeyi arzularız.Çoğunlukla ne bir karar alabiliriz ne de bir doğruyu seçebiliriz, doğru kararlarımızın pek çoğu da tesadüf eseri o şekilde gerçekleşir.Söylem ise farklılaşacaktır.Doğamız algılamalarımızın farklılığını mecbur kıldığı için olayları yorumlama biçimimiz farklılaşacak ve nereye niçin gittiğimizi kendi algı ve alt-nedenlerine bağlı olarak yorumlayacağızdır.Oysa bu koskoca bir yanılgıdır.Yaşam objesi bize aslında çok fazla seçme olanağı vermemiştir.
Koşturan hareketli savaşkan insanla, dinginliği seven ve şarkılardaki mutluluğu arayan insanın birbirine devinimiyle zamanı doldurur ve bir anda ölüme doğru yaklaştığımızı hissederiz.Ontolojik açılımlara hiç gerek yoktur, biz ya savaşırız ya da otururuz.Oturup kalkmakla böylece geçer ömrümüz, çünkü anlamsızlık yoktur. Hiçlik ve boşluk bile bir anlama sahiptir.Ve yürüyen,düşünen insan sorular kumkumasında boğulmamak için kendini savaşmaya icbar eder.

Gündelik hayat bir zehir gibi sarar bizi, uyuşmuş bir beyin haline döneriz. Koşturan savaşan insan çatışmaların ortasında sosyal bir yaşam sürme ihtiyacını da giderir.Hem sosyal açıdan, hem zeka açısından hem de iletişim kuvveti açısından yaşamı sürdürmenin gerektirdiği yeteneklere pek çoğumuz sahip olamayız ve bu şekilde ölürüz.Gerçek dünyayı(=yaşamı) farketmek için bu yeteneklerin tamamına sahip olmamıza gerek yoktur.Ama dinginliği arayan insan bu yeteneklere sahip olmalıdır.Savaşan ve uyuyan insan, karnını doyurduğu ve çiftleştiği sürece daha fazlasına ihtiyaç duymaz.Dingin insan ayrı menfezlerde yaşayıp, hayatının belirli bir dönemi boyunca sokak hayatını izler, gereken yeteneklerin neler olduğuna dikkat eder ve bu arada durmadan düşünmektedir.Düşünmek için önce sığınmalıdır.Sığındığı kabuklar dar gelmeye başladığında artık çıplaklaşır ve çıplak olarak hayata devam eder.Yetenekleri ve kendi arayışı ile başbaşa kalmıştır.Doğru kararlar vermek onunda en büyük isteğidir.ama savaşkan ruhu onu boş bırakmaz.Çiftleşmek ve karnını doyurmak ister.Çevresindeki insanlar ona benzemez, o da onlara benzeyemez.Farklı olmak tehlikeler içerdiği için farklılığını gidermeye çalışır,uyum sürecndedir.Herkesin aklını uyuşturan temel metinler onu da etkiler.ve dinginliği arayan ruhu artık solmaya başlar.Sosyal çevresi onu etkiler, ve ayakta kalmaya çalıştığı akşam saatlerinde ruhu açlıktan ölmek üzereyken bile, o kasıklarını doyurur.

Çoğumuz aptalız.

Diğer bir ifadeyle ölüme giden yolda ne yaptıgımızı sorgulamayan zavallı yaratıklarız.Dış dünyayı analiz eden, onun hakkında yorumlar ve formüller üreten, maddeye şekiller vererek sokak hayatını daha da konforlaştıran insan zekası gerçek dünya hakkında acizdir.Mutlu olmamız bizim o icadları yapmamıza ve bedenlerimizi doyurmamıza bağlı değildir, pek çok kez bunun farkına vardığımız halde çabuk dağılan küçük zekamız bize bir yol gösteremez.
İç dünyamızı çabuk tüketemeyiz, fast-food çözümlerimiz yoktur.Arada sıkışıp kalırız çünkü iç dünyanın anlamını çözmek yaşamın verdiği görsel bir nimet değildir.Yaşamı küçülten -çağımızın terimleriyle- küçük zihinlerimiz sindirim ve üreme sisteminin verdiği hazlarla yaşamak, bir catışma ortamını analiz etmekten daha kolaydır.

Düşünmek zordur.

e.ö. 29/08/09

Pazar, Ağustos 09, 2009

Avludan balkona çıkan dindarlık

Sonradan-görmeliğin özü pornografiktir. Çünkü sonradan-görmelik, her defasında kendini teşhir ve gösteriş aracılığıyla ifade eder; ifade etmek zorundadır.

Bu ifade ihtiyacı nedeniyle sonradan-görmeler, geç görmenin acısını teşhir ve gösterişle bastırmaya çalışırlar. Çaresizdirler; zira kendilerini her defasında “Bakın bende neler var!” demekten alıkoyamazlar. Zavallıların asıl varlık sebebi, gösteriş ve teşhirdir. Gösterdikçe varolurlar.

Gösteremezlerse, gösterilecek kadar değerli şeylerinin (!) olduğunu nasıl hissedeceklerdir?

Başkalarının gözlerinden onay almazlarsa, alamazlarsa, bir ömür boyu peşinden koştukları o incik boncukların yüksek değerine kendilerini —'son' bir kez daha— nasıl ikna edeceklerdir?

Sonradan-görme, varlığını, varlıklarını göstermedikçe, göremez.

* * *

Hemen işaret edelim: Sonradan-görmeliğin lüks tutkusunun temelinde de işbu teşhir düşkünlüğü vardır.

Lüks kullanımı, teşhirin en etkin, en bilindik yoludur; gösterişin ve şa'şaanın, parıltının ve ışıltının...

Dindarlık ve asalet, özü itibariyle, lüks'ten hoşlanmaz. Yemede, içmede, giyim kuşamda teşhir ve gösterişi bir zayıflık olarak addeder; doymamış, tatmin olmamış nefislerin zayıflığı ve zavallılığı olarak...

Sonradan-görmeliğin tezahürleri de zaten doymamışlıktan, işbu ezelî açlıktan kaynaklanmaz mı?

Dindarlık, bedenin doyumsuz arzularının (şehvet ve iştihanın) peşinden koşmayı düşkünlük, bu arzuları kontrol altında tutmayı da olgunluk olarak tanımlar. [Dindarlık yerine asalet kelimesini seçecek olsaydım, 'düşkünlük' yerine görgüsüzlük, 'olgunluk' yerine görgü kelimelerin kullanabilirdim.]

Dindarlık bu açıdan masraf'a değil, israf'a karşıydı. Lüks ve gösterişe... teşhir ve pornografiye... bakış israfına...

* * *

İslâm mimarisinde 'balkon' yoktu, 'avlu' vardı. Medeniyetimizin temel taşlarından biri de mahremiyetti çünkü. Haram, hürmet ve mahrem....

Bakışın kendisine riayet etmesi gereken sınırlar vardı. Bakışla rahatsız etmek de yasaktı, bakışları rahatsız etmek de.

Avlunun içini yasak bakışlarla taciz de haramdı, balkona çıkıp gözleri taciz de.

Dindarlık lüks ve israfı yoksul gözlere, yoksulların gözlerine tecavüz olarak tanımladığı için, iştah ve şehvetin her hâlukârda tecessüm etmesinden (bedenlenmesinden) rahatsız olmak zorundadır. Öyle ki zenginliğin değil sadece, yoksulluğun bile aşikâr kılınmasına razı değildir.

* * *

Dindarlar, şimdilerde, sanki matah bir şeymiş gibi, burjuvazi'yi asıl kendilerinin teşkil ettiklerini iddia etmeye başladılar. Çok komik! Hangi sıfatı üstlendiklerini bilmiyorlar. Sanıyorlar ki burjuvazi —ki bizde burjuva vardır ama burjuvazi yoktur— zenginler kulübü gibi bir şey. Kart çıkaranların girebileceği bir club. İçine atlanabilecek özel bir havuz.

Oysa burjuva terimine iki sınıfa göre anlam verilebilir: Bir, aristokrasi'ye (yukarıya) göre; iki, işçi sınıfına (aşağıya) göre.

Aristokrasiye göre, burjuva, sonradan-görmeydi, çalışarak, üreterek, alıp satarak kazanılan servetin sahibiydi. En nihayet 'soysuz'du. Asaleti yoktu.

İşçi sınıfına göreyse, burjuva, ki artık aristokratın yerini almıştı, bu sefer yukarıdan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya olumsuzlanıyordu. Zengin hödüklerin bir diğer adıydı burjuva. [Nitekim Marksistler, aristokrasiye göre burjuvaziyi ilerici, proleteryaya göre gerici sınıf olarak tanımlıyorlardı. Boş lâflardı bunlar, zira olgu teoriyi çökertmişti. Elde kalan bir tek “diyalektiğin yararları” türünden yarı-aydınlara özgü dil-oyunlarıydı.]

Kısaca, cebi para gören dindarlarımızın dahil olmak istedikleri burjuvazi'nin gerçek anlamı, en azından gündelik dilin sınırları içinde, itibar'dan başka bir şey değil.

Dindarlar devlet ve toplum nezdinde itibar görmek istiyorlar, adam idadına konulmayı arzu ediyorlar. Bu bağlamda, jet-ski'ye binen Cübbeli Ahmet fotoğraflarındaki görüntü ile başı örtülü Ayşe Arman fotoğraflarındaki görüntü, birbirlerini nasıl da tamamlıyor. Aynı insan malzemesi, aynı dokuma, aynı kumaş.

İlki, dindarlığın zorla burjuva yaşamının üzerine çökme hırsını resmediyor; ikincisi, seküler şımarıklığın, bedeni örterken bile ruhun mahremiyetini tekmeleme ihtirasını. Cübbeli'ninki dişil, Arman'ınki eril. (Not: Ayşe Arman'ın başörtülü fotoğraflarının erotik fotoğraflarından daha çok ruhunu karakterize ettiğine inanıyorum. Çünkü her iki hâlde de fazla erkeksi.)

* * *

Bu konuyu kapatmadan Alman iktisatçı Sombart'a kulak verelim:

— “Her türlü kişisel lüks, öncelikle salt nefse dayalı bir haz duygusundan kaynaklanır: görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyularını uyaran şey, her türden kullanım eşyası üzerinde günbegün daha da mükemmel bir tarzda nesneleştirilir. İşte bu kullanım eşyaları da lüksün seyrini belirler.”

Kapitalist dünyanın değerleriyle yeni tanıştıklarını zanneden dindarlarımız, bu sese iyi kulak vermeliler; zira sonu doğrudan onları ilgilendiriyor:

— “Uyarıcı araçların incelmesi ve çoğalması karşısında duyulan istek, eni sonu bizim cinsel yaşamımızda bulacaktır nedenini: zevk düşkünlüğü ve erotizm, eni sonu bir ve aynı şeydir. Öyle ki çoğu durumda, şu veya bu biçimde lüks gelişiminin teşvik edilmesi, doğal olarak, etkisini bilinçli ya da bilinçsizce sürdüren bir aşk duygusuna gelip dayanmak zorundadır.”

Kısaca Sombart, kapitalizmi ortaya çıkaran lüksün, haklı olarak, gayr-ı meşru aşkın çocuğu olduğunu söylüyor. Yani kontrolü kaybetmiş cinselliğin. Bir tür negatif dindarlığın.

* * *

Zenginleşmiş dindarlara, bu nedenle, seyretmeleri için, bir de Kubrick filmi tavsiye ediyorum: “Eyes Wide Shut”. (Nicole Kidman-Tom Cruise)

Dilerseniz önce seyredin, sonra tartışalım, sınırları ihlâl etmenin bedelini. Avludan balkona çıkmanın bedelini.


ALINTIDIR. Dücane Cündioğlu- 09,08,2009 Yeni Şafak

Perşembe, Ağustos 06, 2009

YAŞAMA SEVİNCİ

Uzun zamandır hiç bu kadar hafiflememiştim

Hiç bu kadar serinletmemişti beni bir bardak su

Uzun zamandır delirmemiştim hiç bu kadar

Hiç bu kadar keyif vermemişti bir dal sigara


Uzun zamandır yanmamıştı içimdeki ateş

Hiç bu kadar istememiştim yapmak istediklerimi

Uzun zamandır görmemiştim,yanmış içim

Hiç bu kadar severek çiğdem çitlememiştim


Ben uzunca bir zaman yaşamamışım

Şimdi anlar gibiyim yaşamak sevincini

Ben delice sevmemiştim hiç bu kadar

İstiyorum, arzuluyorum ve hırslanıyorum

Yaşamın verdiklerini

Sevginin verdiklerini

En uzunu olmasını istediğim ise

Umudun verdiklerini


Çarşamba, Haziran 24, 2009

Aforizmalar

-Nesli tükenen bir durgunluk kavramı
-Itır ıtır tüten bir tencere sakinlik
-Bugulanmış camların ötesinden sarkmış bir çılgınlık anlayışı,
-Boğuk sesli soğuk bir orospu
-İtilmiş kçşelerde camı kırık sokak lambaları
-Yağlı sırtlarında süzülen kin dolu duygu köpükleri
-Atık çöp deposunun içinde kümelenmiş fikir adamları
-Gözlüklü kel kafalı insanların kulaklarından tavana asıldığı bir ceza anlyaışı
-Kırışık gazere kağıdının ateşin üstüne düşmek istemiyişi
-Sayfa çevirme sesiyle deoplanmıiş araba benzin depoları
-Atari salonundan bozma bahtsız internet kafeleri
-Safariye çıkmış askılı elbiseli maceracı kızın yarı çıplak kabile gençlerinden korkmayışı
-Hipnoz yuvarlığının sonunu görmeye çalışan mal kafa
-Hisse senedi borsası grafiği gibi sert çizgileri olan erkek tiplemesi
-Hakkari'den ev yemekleri restorantının Antalya'da olmayışı
-Piknik tüpü ağırlığındaki kafasını okul demirliklerinden geçirmeye çalışan şişman çocuk
-Puro=Fabrika imajı, kolay dönen geniş kırmızı patron koltuğu
-Hafızasının dibindeki bisküvi kırıklarını parmak ucunu ıslatarak yemeye çalışan yaşlı teyze
-Come on baby, let me fire tarzında kötü ingilizceyle şarkı söyleyen tv kadınları
-Bıyıksız kel kafalı küpeli zampara Osmanlı paşası
-Melankoli yani "me lan colly"= Bana ver lan onu Collins..
-Ekmek kuyğunda kaynaşıp evlenince çocuklarına ekmek ve kuyruk ismini veren ailenin dramtik paradoksu
-İsrailin 50 senede işgal ettiği topraklar kadar toprağın sahibi toprak ağalarının Filistin'e destek verirken düşündükleri..
-Ellerimde çiçekler gözlerim de sırılsıklam hop hop hop dansı
-Triplex evde oturup da üç çocuğu olan adamın üç karısının olması hakkı karinesi
-türkiyede orta parmağını göstererek karşı tarafa hakaret ve küfür ettiğini zanneden zavallı adamın içine düştüğü komik durum
-Dudak kenarlarına odaklanılarak vakit geçirmek=hareket eden her nesneye bakakalmak, bakakalmak.
-Karşısındaki adam konuşurken gözünün içine dik dik bakınca dikkatin dağılması, eğer kadınsa göğüs çatalına bakılması
-Bir bankta yanyana oturan üç erkeğin aynı kadına bakarken göz ve kafa hareketlerindeki o muhteşem uyum, o dakik harmoni, o azgın bakışlar vs...
-"Türk dizisi" izlemek yerine "TNT dizisi" izleyince tienti diye bir ırk mı var esprisini yapan iğrenç mahlukat..

Cumartesi, Şubat 21, 2009

züppelik

Karanlığa karışık bir hücre patlaması vücudumda cengi revan ederkene, gecenin üçünde beşinde hüzün bombaları sağanak halinde düşüyor, bitmemiş hülyalarımın, dizgilenmemiş harflerin ve yitik aklımın bağbozumu tarlalarına.
saat ne zaman gecenin üçü olsa bir saat zihnimde çalmaya başlar,neşeyle kalakarım fikirlerime, neşeyle koklarım aklımdan geçenleri.Masamda bu neşveyle bir an önce yazmak hissi doğar,günaydın ve iyi geceler sapması.Gecenin üçünü görmeyeli uzun bir zaman olduğundan çok mutluyumdur su anda.arkadaşım sen delimisin, yazmak için gecenin üçünü beklersin..Acep ben delimiyim aklımın zembereği kopmuş bu saatte.
Karışık bir duygu patlaması, virane hatıralar ve kenarları kemirilmiş resimler, yumuşak bir his tüm vücudumu kaplamış, özgürlüğümün tadını, izlemeden, kontrol etmeden, içimdeki dışarıya atarcasına savruk saltolarla atıyorum.Nihayet gülüyorum..Gecenin üçünde.:)
Saniye saniye hazmediyorum, özgürlüğüm sadece iç dünyama has, dışarıda bir hiçiz hepimiz. Hep bir amaçlar, beklentiler, alışkanlıklar,ve yapılması gerekenler listesi.Yeter artık bıktım ben bunlardan ölmek gibi, düşmek gibi boşlukta devamlı özgür ve devamlı zehir zemberek çalışır kafan yani sanki çekmiş gibi olur bünye. Ama hisli ve içlidir. Keskindir zeka, ama yumuşak yumuşak içimden bir inilti vicdanımla birleşir seni mest eder bu his.
Artık mekanikleşen ve soyutlanan insandan bahsediyor haberler, bilim adamları. Arabaya tapıyoruz, mala tapıyoruz, şehvete tapıyoruz, insanlıktan uzaklaşıyoruz adeta bir hayvan gibi yaşıyoruz.Her sabah keskin bir dikkat ve güçlü bir vücudla kalkıp, eşekler gibi çalışıp akşam yorgunluğunda bedeni Tv ye hapsediyoruz.Kilo almışız, ev almalıymışız, emeklilik için birikim gerekirmiş, vızır vızır sesler, telkinler,emirler arasından kafamı serin ve temiz bir gül bahçesine çıkarmış huşu ile taparcasına güzelliğini izlediğim bir bahçeye ancak gecenin üçünde varabiliyorsam ben ne yapayım.
Hani sadece her gece üçte buraya gelebilsem her gece üçte uykudan kalkıp masa başına geçeceğim ama ne yazıkki bu çok nadir?
Evet, evet yarın iki satır ıkınmadan sıkılmadan yazabildiğim için o kadar mutlu olacağım ki tekrar bu an gelinceye kadar üzüntüyle bekleyeceğim.

Hüzün, aşk, iniltiler ve derin düşünce.Hep bu içinde mücevherlerin olduğu, dışardan kasvetli, çamurlu, pis görünen küfenin içinde yaşamak istemişim bir zamanlar.
uyluğuma bir tekme atan bir şehir dışkıları, böğürtüleri ve züppelikleri ile yaşadım ve bir şehir züppesinden daha züppe, bir tacirden daha hasis ve kurnaz hale geldim.Şehir beni evcilleştirdi, bir sünepeye çevirdi. Bazen İtiraz eden, bazen haykıran, bazen gözlerini kapatıp huzurla dua eden kişiliğim 10 dakika sabredemeyen, devamlı koşturan, duruma göre kalıp alan, prensipsiz bir metaya çevirdi.Sanki itirazım korkusundan bu saati bekliyormuş gibi korkuyla soluyarak yazıyor bu kişilik...
başını dik tut ey cengaver bu şehir seni deviremeyecek daha züppeleşmeden, daha çok kin gütmeden, daha fazla boyun eğmeden, kendinle konuşmaya devam et.Devam etki gecenin üçleri sabahın erken satlerine kaysın, yazabilmek için aylarca aylarca beklemek zorunda kalmayasın.Yazarken bir kompozisyon sınavındaymış gibi hissetmeyesin kendini.
Özgürlüğümü derin gözlerime sürme çekip, kollarımla sımsıkı tuttuğum gecemin üçlerini beşlerini beklemeye devam ediyorum.
Not : kontrol edenim, karısanım olmasın.