"Demirden kelimelerdir benim söyleyemediklerim..Kuru demir gibi ağır ve sert, erimiş demir gibi zehirlidir."Erkan Oren
Yaşamı bir nesne gibi düşünemeyiz, istediğimiz gibi ona oklarımızı çekip, istediğimiz anda ondan ellerimizi çekemeyiz.Yaşam bir yaşama alanıdır, bir nefes alma borusudur, ama yaşam hiç bir zaman tam bir nesne olarak tanımlanamaz.Yaşam bir öznedir.Bazen nesneleştiririz onu, bazen bütünleştiririz onu hareketlerimizle, ama o öznedir.
Bazen niye yaşadığımızı bilemeyiz, bazen her şeyin bilincinde olduğumuzu sanırız.Bazen olayları yorumlama yeteneğimizi kaybetmiş bir akılsız gibi hareket ederiz ve yaşamak bir kataküleye getirmek haline gelir.
İçimizdeki savaşkan insan hep bir çabalama ve koşuşturma içinde bulunmayı arzu eder.Oysa çoğu zaman dinginliği ve duru bir zihinle tahlil edebilmeyi en doğru kararları alabilmeyi arzularız.Çoğunlukla ne bir karar alabiliriz ne de bir doğruyu seçebiliriz, doğru kararlarımızın pek çoğu da tesadüf eseri o şekilde gerçekleşir.Söylem ise farklılaşacaktır.Doğamız algılamalarımızın farklılığını mecbur kıldığı için olayları yorumlama biçimimiz farklılaşacak ve nereye niçin gittiğimizi kendi algı ve alt-nedenlerine bağlı olarak yorumlayacağızdır.Oysa bu koskoca bir yanılgıdır.Yaşam objesi bize aslında çok fazla seçme olanağı vermemiştir.
Koşturan hareketli savaşkan insanla, dinginliği seven ve şarkılardaki mutluluğu arayan insanın birbirine devinimiyle zamanı doldurur ve bir anda ölüme doğru yaklaştığımızı hissederiz.Ontolojik açılımlara hiç gerek yoktur, biz ya savaşırız ya da otururuz.Oturup kalkmakla böylece geçer ömrümüz, çünkü anlamsızlık yoktur. Hiçlik ve boşluk bile bir anlama sahiptir.Ve yürüyen,düşünen insan sorular kumkumasında boğulmamak için kendini savaşmaya icbar eder.
Gündelik hayat bir zehir gibi sarar bizi, uyuşmuş bir beyin haline döneriz. Koşturan savaşan insan çatışmaların ortasında sosyal bir yaşam sürme ihtiyacını da giderir.Hem sosyal açıdan, hem zeka açısından hem de iletişim kuvveti açısından yaşamı sürdürmenin gerektirdiği yeteneklere pek çoğumuz sahip olamayız ve bu şekilde ölürüz.Gerçek dünyayı(=yaşamı) farketmek için bu yeteneklerin tamamına sahip olmamıza gerek yoktur.Ama dinginliği arayan insan bu yeteneklere sahip olmalıdır.Savaşan ve uyuyan insan, karnını doyurduğu ve çiftleştiği sürece daha fazlasına ihtiyaç duymaz.Dingin insan ayrı menfezlerde yaşayıp, hayatının belirli bir dönemi boyunca sokak hayatını izler, gereken yeteneklerin neler olduğuna dikkat eder ve bu arada durmadan düşünmektedir.Düşünmek için önce sığınmalıdır.Sığındığı kabuklar dar gelmeye başladığında artık çıplaklaşır ve çıplak olarak hayata devam eder.Yetenekleri ve kendi arayışı ile başbaşa kalmıştır.Doğru kararlar vermek onunda en büyük isteğidir.ama savaşkan ruhu onu boş bırakmaz.Çiftleşmek ve karnını doyurmak ister.Çevresindeki insanlar ona benzemez, o da onlara benzeyemez.Farklı olmak tehlikeler içerdiği için farklılığını gidermeye çalışır,uyum sürecndedir.Herkesin aklını uyuşturan temel metinler onu da etkiler.ve dinginliği arayan ruhu artık solmaya başlar.Sosyal çevresi onu etkiler, ve ayakta kalmaya çalıştığı akşam saatlerinde ruhu açlıktan ölmek üzereyken bile, o kasıklarını doyurur.
Çoğumuz aptalız.
Diğer bir ifadeyle ölüme giden yolda ne yaptıgımızı sorgulamayan zavallı yaratıklarız.Dış dünyayı analiz eden, onun hakkında yorumlar ve formüller üreten, maddeye şekiller vererek sokak hayatını daha da konforlaştıran insan zekası gerçek dünya hakkında acizdir.Mutlu olmamız bizim o icadları yapmamıza ve bedenlerimizi doyurmamıza bağlı değildir, pek çok kez bunun farkına vardığımız halde çabuk dağılan küçük zekamız bize bir yol gösteremez.
İç dünyamızı çabuk tüketemeyiz, fast-food çözümlerimiz yoktur.Arada sıkışıp kalırız çünkü iç dünyanın anlamını çözmek yaşamın verdiği görsel bir nimet değildir.Yaşamı küçülten -çağımızın terimleriyle- küçük zihinlerimiz sindirim ve üreme sisteminin verdiği hazlarla yaşamak, bir catışma ortamını analiz etmekten daha kolaydır.
Düşünmek zordur.
e.ö. 29/08/09
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder