İstanbul
Turuncu kızılı.
Toprağı okşayan teninde, yaralı bir kanat gibi
Süzgün ve yorgun
Aklımdasın.
İstanbul
Ağır bir taş gibi kıra kıra akan
Denizindi her dalgası zihnime çarpan
Baktım baktım, irkildim içemedim,
Her seferinde içinde denizin
Korkumu, korkumu geçemedim.
İstanbul
Kulağımıza üflediğin nedir
İsimlerinden mi eski zamanların
İnce ve uzun kadifeden bir labirent gibi
İstanbul’da latif sesi ezanların
Tepelerin tepesine ruhani yokuşlar
El örmesi hafif bir tülbent misali süzüldü.
İstanbul
Kız kulesinde bir yavru ceylan
Batan güneşi özledi tir tir titrerken
Bir bardak çay misali içtiler seni o esnada
Ceylan anası olmalı yavrusu inlerken.
Kız kulesi, bir yavru ceylan
Sen sanki su sıçramış paçalarına
Duyulmaz artık sesin, bırak duymasınlar
İstanbul,
Kokun geliyor şimdi burnuma
Mısır çarşında cümbüş, şekilsiz dalgalar
Dalgaların üstünde dansöz gibi kıvrıldılar
İstanbul’dan sıçrayan yongalar.
Tellallar, çığırtkan aktarlar, kalpazanlar
Korna ve davul, zil ve çığlık, çamur ve ıhlamur.
İstanbul
Galata Kulesi’nden gözlerken
Ustası, işçisi, ipsizi, çelik iradelisi
Bir tuğlada on el, onu da birbirine benzer
Kagir kardeşlikler şehri! Gönüller delisi!
Ermenisi, Rumisi, Türk'isi kardeşmiş
Milyonlar, kollarından kan bağları nakşetmiş
Böyle kesik kesik soludu bin yıllık tuğlalar
İstanbul
Nakış derslerine gitmeliydim
İnci taşlarla süslü boğazını kesbetmek için
Taş döşeli sokaklarında neşeli bir çingene
Alkışların manzumesini vecbetmek için
Nasıl ezgisine kaptırmışsa müziğin, öyle
Anlayabilmek ritmini udun, gitarın.
İstanbul
Bayat bir ekmek aldım bakkaldan
Böldüm, böler gibi sokak sokak cismini
Kursağımdan geçirirken yutkundum
İçimden kimsesizliğini geçirdim
İstanbul, kurudu dalların, unuttuk ismini
Semaya yanık Balkan türküleri söyledin.
İstanbul
Çemberi daraldığında kurtların
Top sesleri Saray’dan duyulurken ya da
İngiliz zaptetmişken kapıları, acaba zannettin mi
Çelik mavisi bakışımızı raptedeceklerini.
İstanbul, sana karışmak istedik sadece
Biz Anadolu, sen analar dolu.
İstanbul
Ayaklarıyla ezdi çimenlerimi tepelerin
Estikçe estin..Gürledin damarında damarların
Yaklaştıkça büyüyen tarihin rahmini tepeledin.
Yükselirken üveykler, çınladı sesi şamarların
Gözlerde yaşardın, mazide serilmiş koca bir yiğit gibi.
Savaşlar ve kanlarla, affet bizi
Gözlerde hırsımız, gözlerde çaresizliğimiz, gözlerde aşkımız.
İstanbul
Tıktık içine şahsımızı nazenin
Baksana şu kurtçuğa, ağacın gövdesindeki
Ya da şu arsıza, beton binaların göbeğindeki
Dövene elsiz sövene dilsiz, derviş kentim
Zenginlik midir mugalata, mezarlara inin
Seni temaşa eden yüreklerin zevki.
İstanbul
Ayak izlerini takip ediyorum
Soğuk ve rüzgarlı deniz, Kanlıca’da mat zihnim
Eyüp’ten Piyer Loti’ye topraktan hatıralar
Ki hepimiz o toprakta varız, hem de arsızız.
Kilise’de onur, İslam’da nur
Hepsi bir sandalda, hepsi bir hamur
Sen dinlerin şehri, sen dillerin şehri.
İstanbul
Davul ve tambur
Alnın kayaların kavruk sertliği gibi inatçı ve dik
Tonajın binler, milyonlar, sesin yumuşacık
Sesinde kavrulmuş kültür, gerisi hiçlik
Vur adamım, vur kadınım, vur
Bu gece, her gece gibi erguvanlar yeşerecek.
İstanbul
Şekle sığmıyor bu pencere
Ellerde sanki kelepçe, dillerde pençe
Aklımı yedim zehirli menekşe
Bu ki kandırdı, ahşaptan bir mendille
Çürümüş tahta, yağmurlu sokak, ihtiyar nine
İstanbul’um, özledim ana kucağım
Mistik sevgilim, değişme.
İstanbul,
Gökte turuncu kızılı, sabah ezanları okunuyor.
Ruhuma çarpan soğuk sabah suyu gibi
Çarptın kalbinde dünyanın
Ortanın ortasında, kürenin çekirdeğinde
Yüreğimizin nüvesinde, bir “izler”,
Bir “mimler şehri”.
Erkan Ören
Mart 2010
ERKAN ÖREN
11244
Translate
Cuma, Nisan 23, 2010
Perşembe, Nisan 22, 2010
Şehir Yorgunluğu
yorgunlugumu atamadım
dizeler ve güzeller
Dibine çaktığımın kara dünyası
Balçık ve yapışkan ışınları
Şarapcı bir ciddiyet
Muğlak bir cinayet
Enayet enayet
Kara çığlıklarım,kırmızı feryatlarım
Yorgunluğumu atamadım
Ve yaşam..
Makineleşmek makineleşmek
Sekmek de sekmek
En nihayetinde bir embriyo kadar bilinçsiz
Bir embriyo kadar yapışkan ve gözleri kapalı
doğduğumuz mahale intikal ettik
diz diz diz
makinist..parazit..
ambulans sesleri
gece ve şehir yanlızlığı
çöp kedileri gibi vahşi ve sefil
kararmış korkak elmaları ısırdık
ekşimiz bayat ofislerde geçen vakit...
acımasız patronlardan tiksindik
sakallı ve pis..ter kokulu şehrin koynunda
ırzımıza geçildi temiz temiz...
bittik tükendik ve yeşerdiğimizi zannettik.
eö.
dizeler ve güzeller
Dibine çaktığımın kara dünyası
Balçık ve yapışkan ışınları
Şarapcı bir ciddiyet
Muğlak bir cinayet
Enayet enayet
Kara çığlıklarım,kırmızı feryatlarım
Yorgunluğumu atamadım
Ve yaşam..
Makineleşmek makineleşmek
Sekmek de sekmek
En nihayetinde bir embriyo kadar bilinçsiz
Bir embriyo kadar yapışkan ve gözleri kapalı
doğduğumuz mahale intikal ettik
diz diz diz
makinist..parazit..
ambulans sesleri
gece ve şehir yanlızlığı
çöp kedileri gibi vahşi ve sefil
kararmış korkak elmaları ısırdık
ekşimiz bayat ofislerde geçen vakit...
acımasız patronlardan tiksindik
sakallı ve pis..ter kokulu şehrin koynunda
ırzımıza geçildi temiz temiz...
bittik tükendik ve yeşerdiğimizi zannettik.
eö.
Salı, Nisan 20, 2010
İletişim aracı : "Teşhircilik"
Somut gerçekler adamın kanını dondurmalıdır. Bir konuyu izah etmeniz, kendi görüşlerinizin de ötesinde soyuta ve sonsuza dayandırılabilseydi, dünyanın en ikna edici adamı olurdunuz herhalde.
"Mantık en üstün hukuktur " belki ama "Mantık en üstün gerçek değildir."
"Bir bahar günü :
Penceremden geleni geçeni izliyordum. Göbeğini açmış gezen bir kadın gördüm.Sarı saçları, çekimli bir poposu vardı. Güneş gözlükleri gözlerini kapamış, kimliğini saklamıştı.
...."
Kimi zaman çıplaklıkla örttüğümüz bir dünyada yaşadığımızı düşünmekten kendimi alamıyorum. Pornografik bir yaşam bu: teşhirci. İçinde bizzat bulunduğum ve onca günahıma rağmen bu konuda isyankar ve bulurcu bir düşünme tarzından vazgeçemiyorum.
Küçük karıncalara benzettirim kendimizi. Koşuşturmaktan yorulmadan aynı hayatı lezzetle yaşamanın yollarına bakarız. Ne kadar lezzetle yaşayadığımız kişiden kişiye değişir oysa ve tutumlar ve algılayış tamamen o kişinin kendi düşünce dünyasındaki öznel çıkarımlara bağlıdır. Kendi öznel çıkarımım ise hala belirsiz:
Çıplaklıkla örtünmek doğru bir benzetme midir?Doğruysa; çıplaklık neyi örter? Çıplaklık ile teşhircilik aynı şey midir?
Her çıplaklık teşhircilik sayılır mı?
Tüm çıplaklıklar teşhircilik sayılmasa da yine de teşhir amaçlı çıplaklıktan bahsettiğimizi belirtelim.
Örneğin Afrika da şalvarla da teşhircilik yapılamaz mı? Evet yapılabilir.Teşhircilik tamamen toplumun/sosyal grubun genel giyim, kuşam ve imaj dünyasıyla ilgili. Yarı çıplak bir toplumda kapalı olmak da bir çeşit teşhircilik sayılmalı.
Başa dönersek - bu uğraşı içinde - teşhircilik sanki "İletişim aracı" . Yani etkileme ve etkilenme uğraşı.Çümkü teşhircilik göstermek, sergilemek demek.
Sosyal ilişkilerin kişinin kendi istediği gibi yönlenmesi, başka insanları etkilemek, onlardan dille-gözle- tokalaşarak-gülerek-cevap vermeyerek v.s. iletişim kurmak için bazı özelliklerin gösterilmesi gerekir.
Öte yandan kişisel ihtiyaçları düşünelim: Beden,yani kan; yani dolaşan taze bir can. Yani iletişim aracı olan sergileme-teşhircilik ile kişinin özel bir ihtiyacı olan bedensel tatmini yanyana koyalım:
İletişim aracı olarak bedenlerin sergilenmesi.
Yani diğer iletişim araçlarına tercih edilmesi.
Çünkü daha az etkin olan ya da etkin kullanılan sadece konuşmak, gülmek, ağlamak, vücud diliyle olumlu ya da olumsuz mesaj vermek belki uğraştırıcıdır ya da bu araçları kullanma yetisi azdır.
Dolayısıyla çıplaklık ile örtünülen şey iletişim yeteneği, eksiklik ise iletişim yeteneği olmalı.
İşte sana bir iletişim örneği :
Sokak sıcak bir bahar gününün tüm coşkusunu efil efil hissettirir. Hormon kokar ortalık, gençkan atında elindeki okla avlayacak bir beden arar. Beton kaldırımda ilerleyen etten kemikten insan, köşeyi dönerken çapkın bir bakış atar.İletişim kurulur.
Devamlı sorulacak ama cevabı asla bulunamayan kanunlar olmalı.
ALINTI :
Solgun bir yüz ve çökük gözlerimiz var.
Damarlarımıza pompalanan kanın farkında değiliz.
Her gün sebepsizce tüketiyoruz oksijeni.
Hayata fazla geldiğimizin, bu odaya sığmadığımızın farkında değiliz.
Birikimli bir tükenişe gidiyoruz..Biz soluksuzlar, bet benizliler, görmezden gelenler..
Tek çözüm yaşamı anlamak.
"Mantık en üstün hukuktur " belki ama "Mantık en üstün gerçek değildir."
"Bir bahar günü :
Penceremden geleni geçeni izliyordum. Göbeğini açmış gezen bir kadın gördüm.Sarı saçları, çekimli bir poposu vardı. Güneş gözlükleri gözlerini kapamış, kimliğini saklamıştı.
...."
Kimi zaman çıplaklıkla örttüğümüz bir dünyada yaşadığımızı düşünmekten kendimi alamıyorum. Pornografik bir yaşam bu: teşhirci. İçinde bizzat bulunduğum ve onca günahıma rağmen bu konuda isyankar ve bulurcu bir düşünme tarzından vazgeçemiyorum.
Küçük karıncalara benzettirim kendimizi. Koşuşturmaktan yorulmadan aynı hayatı lezzetle yaşamanın yollarına bakarız. Ne kadar lezzetle yaşayadığımız kişiden kişiye değişir oysa ve tutumlar ve algılayış tamamen o kişinin kendi düşünce dünyasındaki öznel çıkarımlara bağlıdır. Kendi öznel çıkarımım ise hala belirsiz:
Çıplaklıkla örtünmek doğru bir benzetme midir?Doğruysa; çıplaklık neyi örter? Çıplaklık ile teşhircilik aynı şey midir?
Her çıplaklık teşhircilik sayılır mı?
Tüm çıplaklıklar teşhircilik sayılmasa da yine de teşhir amaçlı çıplaklıktan bahsettiğimizi belirtelim.
Örneğin Afrika da şalvarla da teşhircilik yapılamaz mı? Evet yapılabilir.Teşhircilik tamamen toplumun/sosyal grubun genel giyim, kuşam ve imaj dünyasıyla ilgili. Yarı çıplak bir toplumda kapalı olmak da bir çeşit teşhircilik sayılmalı.
Başa dönersek - bu uğraşı içinde - teşhircilik sanki "İletişim aracı" . Yani etkileme ve etkilenme uğraşı.Çümkü teşhircilik göstermek, sergilemek demek.
Sosyal ilişkilerin kişinin kendi istediği gibi yönlenmesi, başka insanları etkilemek, onlardan dille-gözle- tokalaşarak-gülerek-cevap vermeyerek v.s. iletişim kurmak için bazı özelliklerin gösterilmesi gerekir.
Öte yandan kişisel ihtiyaçları düşünelim: Beden,yani kan; yani dolaşan taze bir can. Yani iletişim aracı olan sergileme-teşhircilik ile kişinin özel bir ihtiyacı olan bedensel tatmini yanyana koyalım:
İletişim aracı olarak bedenlerin sergilenmesi.
Yani diğer iletişim araçlarına tercih edilmesi.
Çünkü daha az etkin olan ya da etkin kullanılan sadece konuşmak, gülmek, ağlamak, vücud diliyle olumlu ya da olumsuz mesaj vermek belki uğraştırıcıdır ya da bu araçları kullanma yetisi azdır.
Dolayısıyla çıplaklık ile örtünülen şey iletişim yeteneği, eksiklik ise iletişim yeteneği olmalı.
İşte sana bir iletişim örneği :
Sokak sıcak bir bahar gününün tüm coşkusunu efil efil hissettirir. Hormon kokar ortalık, gençkan atında elindeki okla avlayacak bir beden arar. Beton kaldırımda ilerleyen etten kemikten insan, köşeyi dönerken çapkın bir bakış atar.İletişim kurulur.
Devamlı sorulacak ama cevabı asla bulunamayan kanunlar olmalı.
ALINTI :
Solgun bir yüz ve çökük gözlerimiz var.
Damarlarımıza pompalanan kanın farkında değiliz.
Her gün sebepsizce tüketiyoruz oksijeni.
Hayata fazla geldiğimizin, bu odaya sığmadığımızın farkında değiliz.
Birikimli bir tükenişe gidiyoruz..Biz soluksuzlar, bet benizliler, görmezden gelenler..
Tek çözüm yaşamı anlamak.
Pazartesi, Nisan 05, 2010
04 Nisan ihtilali
04 Nİsan olayları dünyada eşi benzeri görülmemiş bir çığır açmıştır.
Öyle bir olayki yıllarca hafızalardan silinmemiştir.
Silinemez de.
Öyle bir olayki yıllarca hafızalardan silinmemiştir.
Silinemez de.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)