Translate

Salı, Temmuz 24, 2012

HİSSEDİLEN SICAKLIK


Sıcak burnumdan akıyor. Oturdugum sandalyede kaynayan bir kazan var sanki.Saat gecenin 12 si olmuş, ben bir şortla odada pineklerken, sıcağın dayanılmaz acısına tüm gücümle katlanmaya çalışıyorum.Sokakta bir sessizlik hakim, herkes inine çekilmiş. Dışarda dalgalanmak için can çırpan, ya kuruyalım ya da  sulanalım diyen bir yaprak sürüsü var. işkence gördüklerini fısıldıyorlar kulağıma. Tesbih ağacının bu zavallı yaprakları sıcaktan ve egsoz dumanından harap olmuş,  şükretmelisin haline diyorlar.

Sonra kendi vücuduma odaklanıyorum tekrar.Nem vücudumdan, damarlarımdan, derimden, kanatlarımdan, tüylerimden, yeni biten otlarımdan, asfalta pişen plastik ayakkabı tabanlarıma kadar envai bölgemden buharlaşıyor. Ter damlaları alnımın ilk çıkıntısından süzülüp birinci kalın çizgisine doğru hızla akıyor; bu çizgide biriktikçe ikinci çıkıntıyı tırmanıp kaşlarıma doğru hızlı damlalar halinde akıyor. Çok terlediğinizde bazen kaşınızın bile bu teri zaptedemeyip gözünüze aktığını sızlanarak farkedersiniz. Benim ter damlalarım da birazdan böyle olacak gibi. Elimin tersiyle veya bir mendille silmem gerekir ama dediğim gibi sadece şortum var. kolumdaki az miktardaki kıl da nemden terlemiş; nokta nokta su buharcıkları oluşmuş.Sonra sıcağını defalarca yıkadığım halde dindiremediğim ayaklarım.Kavrulmuş ayaklarım. Zavallı ayaklarım. Tüm gün bir deri ayakkabının içinde can çekiştikleri için acılarının dinmesi biraz zaman alıcı. Belki aralıksız bir iki saat soğuk suyun içinde tutmalıyım ki  çığırtıları biraz dinsin.bu şehirde sıcak yok belki de. Evet sıcak yok. Bu şehirlinin savaştığı asıl konu havadaki nem miktarı. nem o derece yüksek ki, soğuk bir bardak suyun masa da 10 saniyede buharlaşmış su bıraktığına şahit oluyorsunuz. Şekerli bir uyku, naneli bir ferahlık, efil efil bir serinlik hayal edemiyorsunuz çünkü düşünme yetiniz bile buharlaşmaya başlıyor. Eğer aşırı bir hareketsizlik halinde iseniz klimalı odalarda veya vantilatörün başında uyuşuk bir in hayvanı gibi akşamı edebilirsiniz. Hareketli bir metabolizmanız varsa benim gibi günün her saatinde amansız bir terleme buhranına yakalanabilirsiniz.Kendi çapınızda ufak çözümler de üretebilirsiniz, ayakları leğende tutmak, başınızı devamlı ıslatmak, iki saatte bir duş almak, klimanın altında en düşük seviyede uzanmak gibi, ama ne yaparsanız yapın sıcak sizi bir yerinizden vuracaktır. o sinsi bir sis tabakası gibi aniden yaşam alanınızın üstüne çökebilir, odadan veya leğenden ilk çıkışınızda başınızda bekleyen kalleş çakallar gibi uluyabilir veya sokak kapısını açar açmaz daha güne başlarken sert bir yumrukla sizi sersemletebilir. Ve bu tür anlarda yani örneğin sıcak bir serinlik yüzünüze vurduğunda, hüzünlü bir tebessüm yaratır yüzünüzde.Kaderden, yani sıcaktan ve nemden kaçınamayışınızın acı tebessümü.

Dudaklarınızda bu postmodern doğal afetin yapışkan yara izi,
ensenizden türeyen küçük ter böcekleri boynunuzdan kürek kemiklerinize ve göğsünüze doğru pıtır pıtır yürürken
varoluşun ve yaşamın anlamını sorgulamak ne saçmadır.
tek derdiniz biraz uyuyabilmek ve dinlenebilmektir. Ellerinizle bir kaç böcek öldürmek ve kafanızdan durmadan akan bir yarayı kapatmak gibi bir savaş halindeyken yeşilliğin içindekileri, bu şehre tatil yapmaya gelenleri, fasoyu fisoyu dert etmeden doğayla bütünleşmek gerekir galiba.
ve gözleriniz yavaş yavaş kapanırken bir türkü dilinizdedir.


doğa olup akmaya, ,
su olup içimde erimeye çalışıyorum
Suyun üstünde yüzen iki buz tanesini düşünerek uyuyuyorum.

Cuma, Temmuz 20, 2012

Come Undone - Duran Duran ve 3 film birden

When you come undone...Bu güzelim şarkı uzun saçlarında bir çeşit hasret türküsüdür, ince belinde ingiliz kadınıdır, nağmedir,güzel gözlerinde zırıl zırıl ağlamaktır.. ezgidir, kibirli ingilizin mütevaziliğidir. ince ince kulağınızı uyuşturan kadın sözleri sizi kabarık görünümlü, sütyen askısı düşmüş 80 lerin seksiliğiyle sizi anlatırlar:

can't ever keep from falling apart
at the seams
can't i believe you're taking my heart
to pieces

Devreye duran duran  girer.,who do you need, who do you love/when you come undone.Teadium Vitae dir. Bir çeşit Weeping Song dur bu. zevklidir. gözlerinizi kapatasınız gelir.Bu şarkıyı bir 50 kere dinliyorum; Fearless(2006) ve The Mist i(2007), Four Room(1995) filminin üzerine ardarda izledikten sonra. Filmlerden ilki klasik bir Tarantino şaşırtıcılığında, ne olduğunu anlayamadığınız bir çekicilikle kendine bağlarken filmin sonuna kadar klasik bir film izlemediğiniz için keyifleniyorsunuz. Vasat bir Stephen King romanın uyarlaması niteliğindedir beklentisiyle başladığınız The Mist kendini 2 saat boyunca ekrana kitliyor, Açlık ve korkuyla, ölüm savaşını, hayatta kalmayı ve dini duyguları çok iyi işlemiş The Mist.Ve Fearless ile Jet Li den alışıldık dövüş sahneleri ama iyi işlenmiş bir senaryo ile karşılaşıyorsunuz. Gecenin uyumamak için direndiğiniz saatlerinde, güzel bir eski şarkı çıkıyor veen az 50 kere dinliyorsunuz. 2 saat boyunca. İşte o şarkı


Come Undone - Duran Duran

Mine, immaculate dream made breath and skin
I've been waiting for you
Signed, with a home tattoo,
Happy birthday to you was created for you


Can't ever keep from falling apart
At the seams
Can't I believe you're taking my heart
To pieces


Oh, it'll take a little time,
Might take a little crime
To come undone now


We'll try to stay blind
To the hope and fear outside
Hey child, stay wilder than the wind
And blow me in to cry


Who do you need, who do you love
When you come undone

Who do you need, who do you love
When you come undone

Words, playing me deja vu
Like a radio tune I swear I've heard before
Chill, is it something real
Or the magic I'm feeding off your fingers

Can't ever keep from falling apart
At the seams
Can I believe you're taking my heart
To pieces

Lost, in a snow filled sky, we'll make it alright
To come undone now

We'll try to stay blind
To the hope and fear outside
Hey child, stay wilder than the wind
And blow me in to cry


Who do you need, who do you love
When you come undone

Who do you need, who do you love
When you come undone

Who do you need, who do you love
When you come undone...

Perşembe, Temmuz 19, 2012

İyi Geceler Öpücüğü

I
Ak bir pudra kadar uçucu,
Şen bir kahkaha kadar geçici olduğunu
Sabahsız bir gecenin ucunda yenen
Kıtır bir ekmek dilimi kadar küçük olduğunu,
Söylemiyorum.
Gülücüklerin, gülücükleriniz, gülücükler,
Yamulmuş bir katran suratla çekilmezliğini hatırlatmak isterim yaşamın
Katastrofik fışırtılarında, eğlenceli sahilinin, yükselen karanlık dev dalgalarına yüksünüyorum
Örtüp tüm alemi, gülücüklerin eşliğinde, sana çocuksuluğun içinde iyi geceler öpücüğü verirken dahi.
Seni senden korumanın anlamsız olduğunu düşünüyorum.

Salı, Temmuz 17, 2012

PEMBE Hakkında


 Pembe bir çiçektin sen aslında. Pembenin açık bir tonu. Kenarından biraz önce böceklerin geçtiği sineklerin uçuştuğu bir vadideydin. Yalnız başınaydın ve o vadinin doğacak tek güzel çiçeğiydin. Zayıftın kısa ömürlüydün. Pembeydin sen, şeffaf ve tüylü bir pembe. Kanatları açık yeşil, boynu bükük ve sadeydin. Sonra rengin değişti senin.Yavaş yavaş büyüyordun. Tırnaklarındaki maviye dönüştün.Daha koyu ve daha güçlüleştin. Dudaklarındaki pembe gibi kızarmaya başlamıştın. Çünkü hayatta kalmak istemiştin. Rengin buna müsade etmesede, pembenin bir tonu olduğunu bilsende, yaşamak için pembeden vazgeçmen gerekiyordu. Hayal kırıklıklarına, aşklara, ve güce tapmanın bir sonu yoktu. Zeka bir noktaya kadardı. Önemli olan prestij değildi. Doğal olmaktı. Pembe kalmaktı. Ve bir gün gecenin bir yarısı balkondan karşıdaki ıssız ormanlara bakarsan, döndüğünde korkmamaktı geceden.Yalnız bir pembe olmak kadar, pembe kalmakta önemliydi.Pembe pembeyi bulur, çünkü pembe iyiniyettir, iyiliği temsil eder, sevgiyi önceler, ve kötü niyeti içinde barındırmaz.

Pazar, Temmuz 15, 2012

Neden Yazıyorum


Saatlerce yazabileceğime eminim, sadece beni yazmaya iten ciddi bir güdüm yok. Bana herhangi bir konu verin, üzerine yığınlarca saçma sapan şey ileri sürebilirim. Tek sorunum neden aynı düşünceleri konuşurken de dile getiremediğim. İçimde yaşanması gereken binlerce insanın birikmiş tecrübesi ve bilgisi var. Farklı taraflarımdan farklı karakterler fışkırıyor ve bu bana zevk veriyor.Ama iş konuşmaya veya yaşamaya gelince vasatlaşıyorum, fıslıyorum. Dilim değil, kelimelerim değil, düşündüklerim değil, pısırıklığım ön plana çıkıyor konuşurken.Konuşurken ve yazarken farklı hayatlar yaşıyor oluşum ön plana çıkıyor. Düşünceler birbirine giriyor, toplayıp düzeltip organze (gülüstan-yalan dünya) edinceye değin konuşma süresi doluyor. İçimdeki hırsızlara, orospulara, din adamlarına, devlet adamlarına, punk ergenlere, tiyatroculara, ihtiyarlamış korkak embesillere, yalancılara, idealist takılanlara, edebiyatçıya, standupçıya, ameleye, mankafaya, sinsiye vs. falana filana pek fırsat kalmıyor; kendim oluyor muyum acabayı düşünmeye başlıyorum.
Yine de minareyi çalmak için kılıfım hazır: temel amacımın anlaşılmak olduğunu, insanların arasında sanıldığı kadar büyük bir fark olmadığını, çoğumuzun hep aynı şekilde düşündüğünü ispatlamaya çalıştığımı söylesem de; galiba temel amacım ben varım, burdayım diyebilmek. bunu her yazı yazan bilir aslında. Küçük bir çocuğun tuttuğu günlük bile içinde gizli bir amaç taşır: Bunları birileri bir gün okuyacaklar. Günlük okunacak, beğenilecek ve takdir edilecektir. Takdir edilmekten hoşlanmadığını söyleyen binlerce yavşamış suratlı ihtiyarın bilmediği konu şu: bunu söylemekten çekiniyoruz. Yavşamış iki yüzlülere sesleniyorum, insan oğlunun kafası hep aynı mekanizmalarla çalışır, kendini rahat bırak. Köy gotune rahvan gitsin.
Bir de yazınca hissedilen o hırtlak, perçemli, süspe,papaya, dimdik, kekremsi mutluluk. Gıcır gıcır bir bardak parlaklığı mutluluğu, üzerinden koca bir çimento çuvalını indirmek gibi.

Cumartesi, Temmuz 14, 2012

Stella Bar


Güzel bir mekana gittik geçen akşam. Lara da Stella Bar. Dedeman otelin hemen arkasında. Eski lara yolunun hemen başında, Stella bar tabelasını görünce arabayı denize doğru bayır aşağı salarmış gibi sola çeviriyorsunuz, ve aşağıda lüks arabaların içinden fırlayan bir genç revere ediyor. Gülücükler eşliğinde kapımı açan gence bakarken birazdan ineceğim 2004 model Paliomun bu kadarını hak edip etmediğini sorguluyorum.Anahtarı teslim ediyoruz ve bir mekana ilk defa girmenin merakı üzerimizde, kısa ve yoğun nereye-geldik bakışlarıyla çevremizi süzerken, yine sevimli bir tavşan garson nereye oturmak istediğimizi soruyor.. Ve aman tanrım öyle güzel bir canlı müzik tınısı. Sorruyu kaçırdığım için tavşanın kulaklarına bakıyorum. Tekrar ediyor. Nereye oturmak istersiniz efendim. Müziğe doğru işareti yapıyorum. Üst ve alt kat olarak ikiye ayırdıkları bu restoranın bahçe kısmında canlı müzik var. Karşımda karanlık bir deniz. Işıklar, hafif bir içki kokusu burnumu yalarken, mutlu oluyorum. Müzik literatürüm, ismini ezberlemediğim onbinlerce şarkıdan ibaret olduğunda mı nedir, yoksa gelip sizin de o parçaları dinlemeniz gerektiği için midir bilmiyorum, yetersiz kalır, emin olun.Zengin karışımıdır bu hayatın. Az bir sarhoşluk iyidir, kaliteli bir müzik iyidir, nezih bir mekan iyidir, canlı deniz, hafif bir tuzlu su, deniz meltemi ve kokusu iyidir.
Mor, kırmızı ve maviyi örten bir deniz karanlığının kenarında bakıpta göremediğiniz deniz, koyu karanlık ihtişamıyla falezlerin ayağında size selam çakarken, müzik daha keyiflidir. Kimse dile getirmese de, mumlarla süslenmiş ahşap masalarda ayağınız (bahçe katında) yeşile temas ederken, paranın kudretine ve zevkin bitmezliğine küfrettik belki de, hep beraber.

Pazartesi, Temmuz 09, 2012

BAYGON: BİR İNSEKTİSİT VAKASI



Zavallı, küçük bir hamamböceğini iştahla karışık bir zevkle öldürdükten 5-10 saniye sonra -Kafka nin bir kitabı vardı bir odada böceğe dönüşen ailenin genç oğluyla ilgili,o -  geldi ilk aklıma. .
Markanın adı Baygon..aklımda kalan kelimeler, insektisit, valf deliği, kalorifer petekleri,haşerelerin sinir sistemlerini etkileyerek saklandıkları kuytu deliklerinden çıkmalarını sağlaması filan. Sonra dikkatlice bir daha okudum:
permethrin, tetramethrin (yanında sıçanlar yazıyor). Etken maddeleriymiş.
Böcekler için dayanılmaz bir acı, bacaklarını açıp kapatışı, direnişi, antenlerini ve sırt üstü düşmüş vücudunu tekrar çevirmeye çalışması filan. O kadar hızlı ki, ib.e böcek, yakalamak, sıktığını üzerine denk getirmek bir hayli zor.Çırpınırken tekrar düşündüm, o böceğin yerinde kendimin olduğunu. İnsanoğluna karşı geliştirilmiş çok iyi bir biyolojik silah olduğunu ve yaşadığımız şehirde uçaklarla üzerimize baygon sıkıldığını. İnsanların nefes almak için balkonlara çıkıp, sapır sapır çırpınarak ve haykırarak öldüklerini.Dayanılması güç bir durum.
Tetramethrin % 0.22 oranındaymış, diğeri ise yüzde 0.20.demekki %5'lik bir tetramethrin olsa ve adama sıksan böcek gibi solumaya, sırtına sıkılan ve derisine temas eden yanıcı ve zehirli gazın etkisiyle önce başı dönmeye, nefes almakta zorluk çekmeye başlayacak ve bu böcek gibi kasıla kasıla can verecek.
Söylenene - yazana- göre gerçi kullanıcı tanımı için şöyle yazmışlar.
Kullanıcı Grubu: Genel Halk.
Enteresan.
Peki nasıl kullancak mışız? Pencere ve kapı pervazlarına, kalorifer peteklerine, dolap diplerine ve böceklerin kuytu köşelerine 28 m^3 e 5-6 saniye sıkıp yarım saat odadan dışarı çıkacakmışız. Böcekler için katliamın başladığı an.Bağıracaklardır:
-Kaçııınn...Baygon saldılar.
Muhtemelen ihtiyarlar umarsız adımlarla kıpraşıp duran yavru hamamböceklerine bakarken, yeni endüstriyel ilaçların etkisinin eskisinden daha güçlü olduğunun farkında değillerdir.
Panik havası ile dışarı kaçanlar, pervazlardan açık havaya çıkmaya çalışanlar, ardından dolap diplerinden duvar deliklerine fırlayanlar filan  tedricen mevta olacaklar. Son sözleri, hıçkırıklarına karışacaktır.
Gerçi ben nokta hedef çalışıyorum. Bir assasination veya ne bileyim bir genocide havasında değilim. Özel bir hamamböceği grubuna karşı kindarlığım hiç olmadı. Amacım halkların kardeşliği.Genel halk grubuna dahilim. Ama tanıma göre aslında soykırım yapan, taarruz eden, bir savaş donanması da ortada yok. Elinde baygonlarla koca koca ayakları olan dev insanlar.Adımız genel halk.
Nokta çalıştım gene. Bir böcek, zararlı, kuytusundan, dolap dibinden çıkmış ve belki de kahraman olma sevdasındaki bir hamamböceğini hakladım.
Bu arada netten tekrar baktım şimdi, Kafka nın adını hatırlayamadığın romanının adı Dönüşüm'müş.

Pazartesi, Temmuz 02, 2012

Suçluluk hisseden bandanalı İbrahim Amca

Bandanalı adam:
-Yüregine bir mermi daha sıktım suçluluk duyarak.İmiğine iki tekme attım.suratıma pis bir yaratıkmışa bakar gibi baktığında..Elimde ucuz bir gitar.Cebimde inciden siyah taşlar.Kaygan ve sıcak iki mermiyi ovar gibi ovaladım avucumda, parmaklarımda.Suçluydum.Ağlamıştım.Ve bakirdim.Terkettim.git artık dedim. Deniz köpüre köpüre kulağıma fısıldadı, hafiften üşüyordum ama çaktırmıyordum..İçimize herhangi bir zamanda üfül üfül bir rüzgar eser.Kabarırsın, hafiflersin, için içini yer, bir şey olacakmış hissi ile kapıya bakarsın.Birisi gelecek, diğeri balkondan atlayacak,Ya da güvercinin biri seni özel olduğunu fısıldayan bir mesaj bırakacak.
Perdeler sıcaktan bir delik açarken odana, bedenin hırıldayan bir hurda gibi halıya yapışmış yerde yatarken, ve sen tavandan bir mucize beklerken, suçluluk hissediyorsundur.Yalnız olduğunu bilemeyeceğin bir toylukla hayatta iyi olanlara abanmaya, eğlenceli olanlara yapışmaya, ve kısa süreli olanlara sarılmaya devam ettiğin bir dönemde hiç bir duygun, bu durumun sıcaktan kızışmış bir balkon betonuna basamadığın çıplak ayağında hissetiğin acının gerçekçiliğiyle boy ölçüşemez, karşısında dayanamaz.Kızgın kuma dayanamaz mesela ve fırının dibinde çalışan adamın alın terine yakışamaz.Sen bu duygularını ve özellikle suçluluk hissetiğini söylediğin andaki aldatıcı duygunu bir daha gözden geçirmelisin. 
Çizgili beyaz gömlekli sarışın tıknaz çaycı:
-Abem sen ne içiyorsun onu söyle.-
-Ben Albert Camus nun Cezayir'in sıcak bir gününde gemiye yük taşıyan hamalın kolunu kırdığı sahneyi anlattığı mutlu ölüm kitabının kapağında bir kelime olmayı ve orada çürüyüp gitmeyi yeğlerim.
-Cafer, git abiye bir kolonya getir.
-Beni dinle çaycı..Önce şekerli bir kahve ver, ve sonra da deli muamelesi yapma.Please.
-Peki abi. Affet.Bilemedim.