Translate

Çarşamba, Haziran 27, 2012

Bandanalı Yaşlı ve Doberman..


Bandanalı Yaşlı ve Doberman..
(Takdim tehirlidir.Düzeltme kaydı yapacak hevesli bir umut aşılayıcı lazım)
Tokatlarmış gibi, azarlarmış gibi eziyordu asfaltı.Ekşimiş maya kokan ayaklarında 10 gündür değişmeyen çoraplar.Saatlerdir araba sürmekten bitkin düşmüştü. Öksüre öksüre parkeden 94 model Doğan’ın içinden büyük bir afrayla indi. Önce sol bacağını çıkardı.Sonra sanki diğer bacağı gibi olan gözlüklü bir kafa.Gözlüklerin insana ayrı bir karizma katıp katmadığı sorusunu cevapsız bırakan sert bir numara ile indi tenekeden.
Selamünaleyküm mustafa abilerin evinin yanındaki büfede her zaman soda içerdi..
Orta yaşlıdan biraz daha yaşlıydı,evet ama asla yaşlı sayılmazdı. Sarı, boyalı ve kıvırcık saçları yağlanmış bir bandana ile örtülmüştü, jilet gibi dümdüz ve keskin bir sırtı vardı.
Yol boyunca önümde seyretti. Orman Bölge Müdürlüğü’nden emekliliğine iki yıl kala yenice istifa etmiş bir kaçık için daha kaçık bir şey yapmıştı. Gelmiş sıcağı-kaynar-kazanın-içinde-yaşamak-olan bu memlekette marul ekmeye başlamıştı.
Yıllarca sadece soda içmeye geldiği bu sarı ışıklı viski vitrinlerinin önünde, bir tabureyi çekmiş, seracılıktan bahsediyordu kadınsılaşmış erkek sesiyle.
İbrahim, gülmeyi seven adam, öldürmeyi seven adam, içmeyi seven adam,karıyı kızı seven adam. Kolundaki dövmeyi kaşıdı.
-Ya Tahsin, sen de iyi iş tuttun burda.
-Evet abi, Allah a şükür.
-tahsin bizim Selami var ya. Kıbrıs tan asker arkadaşın, geçen gördüm. Kızını evlendiriyormuş. Değişmiş olm adam eski hoppalığından zerre eser kalmamış.Görsen tanıyamazsın.
-Nolmuş lan. Herkes değişti artık. Sen kendine bak.Sen böylemiydin.Dindar bi adamdın olm sen biraralar. Bizi namaz kılmaya çağırırdın.Sonra bir kızı sevdin. Bir gece beni aradın.Hatırla.Gecenin 1'inde.bira içmeye.
İbrahim o geceyi düşündü. Salya sümük kızı düşünüyordu.. bir ay boyunca odasına kapanmış, düş sokağı sakinlerini dinlemiş, bir gece telefon kulübesinden kızı aramaya gittiğinde,yine cevap alamayınca, ansızın bira içmeye karar vermişti.
-Kardeşim ne yıllardı be. Gözlerini kıstı. Arkadaşına genelde eski bir ortak anının ruhuna kattığı heyecanla mutlulukla bakmıştı.Tahsinin kırlaşmış saçlarına, kararmış yüzüne, alnındaki çizgilerden kurduğu dünya haritasına göz gezdirdi.
-İbrahim dedim kendi kendime. Adam olacak galiba.
-Lan olm, hala içimde vardır o kız. Bir daha görmek isterim.
-bırak İbrahim kızı mızı.Kadıncağız belki ölüm döşeğindedir.
-Yaa..hatırlatma bana yaşlandığımızı.Kabul edemiyorum.
-Ne bok yersen ye. Hep aynısın.Tahsin alaycılık serpilmiş birkaç damla anlayışla baktı İbrahim'in yüzüne.
Tahsin İbrahim'i dost canlısı bakışlarla süzüyor ve düşünüyordu: alt çenesini sallayarak -kehkehkeh- gülüşü; yıllarca eğitime harcadığı paralar; Odtü macerası. Odtüye amele kadrosundan girmişti ama girmişti nihayetinde şerefsiz. O arma herkeste var mı anasını s.kyim.. Sonra dikkatini topladı. Klimanın ayarını biraz kıstı.Saatine baktı. Göbeğiyle kasa arasındaki boşluktan telefonuyla uğraştı .
İçeriyi dinliyordum. İbrahim sarkmış yağlarına, enerjisiz kalmış kaslarına rağmen halen belli bir direnç ifade ediyordu benim için.Öyle hissettim.Tiksindim bi an buruşmuş etlerinden. Şu harley davidson cu züppelerinden oldum olası nefret ederim. Puştları karının olmadığı bir memlekete götüreceksin. Boktan kokarlar.
Artık eyleme geçmem gerekirdi. Dolapların arkasındaki izbe yerimden hızla zıpladım. İbrahim ellerine sarıldım. Ne olduğunu anlamadan kafayı ibrahime tekmeyi tahsinin yağla dolu leğeni andıran göbeğine salladım. Dükkanı hızla kapattım. Amacım arka kapıdan İbrahim zibidisini cıkarmak sonra da İbrahim amcamı hedefe ulaştırmaktı. İbrahim amca delidana gücü var. Yediği sert kafa yeterli gelmedi, uslanmamıştı. Boğazından tutup, cebimdeki bayıltıcı şırıngayı boğazından dercettim. Bu şırınganın ayarını iyi yapmazsan katil hemşire veya tıbbi cani olabilirsin. O da gelmişti başıma, staj yaptığım hastanede.Allah tan bir deste doktorla aynı yerdeydik.
Ön kapı içeriyi göstermeyen bir gölgelikle kapalı olduğu için kapatılınca, içeriye ışık bile zor giriyordu. İbrahim denen bu ibneyi adamına götürecektim.Başka bir görevim yoktu.O esnada kapı çaldı.
-İbrahim amca.İbrahim amca.
Hay s.kyim İbrahim amcanı dedim içimden.Kapıya yaklaşıp aralıktan baktım.Kadının yüzünü göremiyordum.Birbirimizin dibinde birbirimizi göremeyen iki kişiydik.Goguslere takıldı aklım. Yuvarlak kendinden emin iki meme gözlerini kadından önce bana dikmişti. Yuvarlak hatların içinde ne şeytanca fikirler vardı kimbilir. Ulan dedim içimden. Sizi var ya ben. Bu sefer kadının siüterinin yuvarlak memeler üzerinde bıraktıgı düz çizgilere takıldım. İki meme arasındaki mesafeyi ölçmek için bir terzi hassasiyetiyle her kadında yer alan bu yere paralel çizgiler hayatımın düzensizliğini yüzüme vurdu sanki.
Hava bir anda ısındı. Bu Odtü nişanlı kıvırcık kırlaşmış denyoyu götürmek için soğuk kanlı olmam gerektiğini biliyorum. Ama gereken soğukkanlılığı giderek ısınmaya başlayan hava soğuruyor mu nedir. Ensemden başlayan bir ısı kafamda tütmeye başladı. Hızlı davranmam gerek.
-Heyy...baba..
Dülülülü..Aha telefonu çalıyor. Koştum.Telefonu meşgule attım. Kadın pervazın aralığından içeriye bakmaya çalışıyor.
Sıcak sıcak. Kadın, memeler, görev, yaşlı ibne.Arka kapıya geçtim. İbrahim amca 70 kilo basar. Sürüye sürüye arabanın açık olan bagajına kadar götürdüm.Herhangi bir sorun gözükmüyor. Bagajı kapat, kontağı çevir. BOMMMM…Bir ses duyuldu uzaktan.
***
İğrenç bir hikaye oldu. İbrahim amcamın size anlatmam gereken pek çok özelliği vardı. Gideceği adamın karakter özellikleri hakkında bilgi vermem lazımdı. Ne için gönderildiği, olayı anlatan adamın nasıl birisi olduğu, niçin bu işe giriştiği, bandanalıyı götürünce nasıl bir mükafatın onu beklediğini belirtmem gerekirdi.
***
Sevgi, yavaşca eğildi. İbrahim’in kurumuş dudaklarına. Sade bir öpücük atıp bir yudum daha bira aldı.
-Sevgilim, sen harika bir adamsın. Tek eksiğin ne biliyor musun?
Bir şey söylemesine gerek yoktu.
-Tek eksiğin sevgilim, fazla çılgın olman ve çulsuz olman. Biraz daha mutedil olamaz mısın..sakin, öngörülebilir, tahmin edilebilir bir yaşlı kaçık olmayı denesen, mesela şu kulağındaki küpeleri, ketoş kafandaki bandanayı çıkarsan.
-Sus len orospu.
-Ufff…ya..Sıkıldım.Ben gidiyorum.Kızım ben de bu hafta.
-Siktir git.
***
Duvarın arkasında, nerden baksan 150 kilo ağırlığında bir doberman var. Dikkatlice dinlemek lazım. Aksi takdir de , tanesi 10 kilo çeken topaklaşmış eller, merkez kaç kuvvetinin etkisiyle dahi yumuşak midene Rennie yle geçmeyecek sancılar yaratabilir.Narin yüzümü düşünmek dahi istemiyorum.
-O İbrahim şerefsizini bana getirirsen, sana iyi para verebilirim.
-Ne verecen abi.
-Lan ibne sen onu kimseye çaktırmadan getir ben gerekeni yapacağım.
O esnada içeride bir bayan sesi duydum. Kadının sesini anlamakta zorluk çekiyordu, kadın konuşmuyor cırlıyordu.
-Tahsin abi, sağlam bir para verirsen sana adamı bayıltıp getiririm.
-Olum, o adam işin arkasında benim olduğumu bilmemeli.
-Ya?
-Adamı baygın getir. Bizim Muhsin onu öttürecek.
-Peki abi.
-yarın öğle vakitlerinde benim büfeye gelecek. Büfeden çıkarken apartmanın arka tarafında sıkıştırırsın.Bana numaradan bir iki tokat atacaksın.Benden asla şüphelenmemeli. O adamı getirene iyi para var.Elini çabuk tut. Muhsin de bi adam ayarlayacaktı.Sen yapamazsan Muhsin kesecek bileti.Akşama diri diri lazım.
O esnada kendimi ucuz bir Cüneyt Arkın filminde zannettim.;Sonra bu senaryoda benim ne işim var dedim kendi kendime.İncecik duvardan her şeyi duymuştum.Cebimdeki parayı -yani iki yengen bir kola parasını-düşündüm. Aklıma çılgın bir fikir geldi.
**
BOMM…Ramazan topu atılmıştı.Korktum bir an.Ne yapacağımı yine şaşırdım. Şu arka taraftaki havuzda yüzen paytak ördeklerden bir farkım kalmamıştı..İbrahim amcayı arabaya atar atmaz, Muhsin in adamı geldi. Doberman içeriden ayılmış vaziyette çıktı. İri elleriyle arabayı yerinden fırlatacak zannettim. Fırladım arabadan, şu göğe doğru fırlatılan ışıklı fırıldaklar gibiydim. Muhsin’in adamı, panter gibi sırtıma pençelerini attı. Boku yemiştim.
Sonra da apartmanın arka sokağından dolaşıp gelen biraz önceki iki meme ve üstündeki siüter geldi.Hala aynı ahenkle sallanıyorlardı ama bu sefer yüzüne bakınca düşündüklerimden utandım. Kadını gören doberman kuyruğunu sallayan bir Dauna cinsi gibi asilleşti ve sevimlileşti. Panter biraz önce attığı pençenin bıraktığı izi kapatmak istermiş gibi sırtımı sıvazlamaya başladı.
-Baba,ne oluyor burada.
-Kızım, senin ne işin var burada.
-Baba..sana inanmıyorum.yine mi İbrahim amca. Babacım, o iş bitti artık. Annem kimseyle konuşmuyor bırak bu adamın peşini..Üstelik senin eski karın olduğundan bile habersiz.
O esnada bir solucan olmayı, toprağın alt katmanlarına doğru sessizce sıvışmayı, ya da bagaj kapağı olup hiç açılmamayı o kadar çok isterdim ki. İbrahim amcanın ayağındaki on günlük çorap olmaya bile razıydım.Ketçapı bol bir tabak patates benden daha az kırmızıydı.
Sevgilim, beni gördüğünde elindeki çantayı uzun bacaklarının bittiği yere, ayak uçlarına , o narin ayaklarının olduğu yere düşürdü. Ağzı açık, gözleri şaşkınlık ve hiddet doluydu.
-Seyfettin senin ne işin var burada.  

Salı, Haziran 26, 2012

Malcı adam

Semih denen işe yaramazın yanında yürümesinden ve kafasını şişirmesinden bıkmıştı artık.Senle mi uğraşıcam dedi içinden.Sonra hızlanarak Semih'den uzaklaştı. Sarışın bir hatun gördü, kalçalarına baktı. Kalçalar onun yaşam enerjisiydi. Yaşlı bir adam geçti yanından.Camiye gidiyordu. Bir araba dikkatini çekti..Honda Cıvıc, içi tıklım tıklım dolu. Bu sıcakta denize mi gidilir.Biraz daha erken vakitte gitmelisiniz. Kafasını çevirdi. Deminden beri onu takip eden adama baktı. Adam köşede bekliyordu. Malı ona vermesi gerektiğini biliyordu ama bu sefer malı geç teslim edecekti.
Bi sigara daha çıkardı cebinden. Kafasında yeterince tilki vardı zaten bi de olur olmadık adamların işini gücünü yapacak değildi. Sigarayı yakmak hoşuna gitti. Dertlerle dolu karanlık bir dünyaya ufacık bir aydınlık çakmak. Sonra içmesini de sevdi. Havalı, kaygısız ve çok bilmiş havası veriyordu sigara. Azıcık dudaklarını öne çıkarmak sonra da gözlerini kısarak sigarayı tutuşturmak. İlk tütünlerin yanışını, kağıdın ucundaki tütünün kağıtla birlikte cızlayışını seyretmek hoşuna gidiyordu.
 Mal ticaretinden kazandığı para artık giderek azalıyordu ve son yediği kazık yüzünden bu muhitte adının kötüye çıkmasından korkuyordu.Köşeden saptı ikinci apartmanın beşinci katına çıktı. Sonra da yangın merdiveninden iki kat aşağıya inip yarım saat öylece bekledi.
Sonra merdivenin tırtıllı karelerine baktı.Bir an için merdivenden düşerse ne olacağını düşündü. Hafif bir rüzgar demeti sanki suratını tokatladı. Kafasını çevirdi. Kimse yok. Bir fısıltı duydu.Bir daha kafasını çevirdi.Kimse yoktu.
Aşağıya indi. Alim nereye gidiyorsun dedi yine aynı adam. Kardeşim seninle konuşmamız lazım lütfen.Yaabi s.ktir git başımdan, sana ayıracak boş vaktim yok.Hem de çok kötü bi zamanlaman var dedi Alim sağını solunu kolaçan ederken.
Alim adama baktı.
-Söyle
-Karın ortalıkta yok; çocuklar annengilde;telefonların kapalı;seni bulamadılar benden rica ettiler, seni bulmam için
Alim sinirlendi. Çocukları düşündü.Biyolojik bir yoksunluk, ruhi bir daralmışlık, psikolojik bir çöküntü halinde çocuklarını gözünün önüne getirdi. Saflık ve temizlik.
Koşarak malcı adamı buldu. Elindeki malın hepsini verdi. Paranın yarısını aldı. Arabaya binip çocuklarının yanına gitti.

Çarşamba, Haziran 13, 2012

ÜÇ ARKADAŞ



Üç kapılı bir binanın önünde duran Süleyman, hemen karşısında cılız mı cılız ince uzun bacaklı Kadriye ve arkadaki apartmanın son katından olayları izleyen Kerem. Süleyman daha ikinci sınıfta üniversitede. Dünya adlı gezegende kimi öğrencilerin daha içine oturmakta zorlandıkları  standart yaşam kapsülüne çoktan oturmuş, kumanda kolu elinde bir sürücü rahatlığıyla insanları ve olayları yönetebilecek kabiliyette.Zeki ve parlak, ama şişman.Apartman sakini gözcümüzün adı Kerem.Bir matematik dersinde hocası oglum sen mankafalısın dediği için mankafalı olduguna uzun yıllar boyunca inanmış, özenerek yaşamayı bir yaşam biçimi haline getirmiş, inatçı bir Karamazof. Kadriye attan düşmüş bir eşek. Tamamını erkeklerin oluşturduğu bir meslek lisesinden mezun olduğu için kendinden erkeklerin her noksanını bildiğini söyleyerek bahseder. Kerem, kendini bugün bir kuş kadar- hatta daha hafif hissediyor. Anne babası alt kattaki hatice teyzelerle yenice tatile gittikleri için dün gece istediği saatte gelmiş, istediği kadar gürültü etmiş, yemiş içmiş, hatta salonda porno izleyip mastürbasyon yapmış, Kadriye fena parça değil. Bir kere verse diye hayal kuruyorken, elindeki sapanı neredeyse düşürecek.Bu şişkonun Kadriye nin sağında solunda gezmesinden çok rahatsız oluyor. Süleyman, eski sınıf arkadaşı ama ona ufaktan bir korku salmalıyım. Kadriye mini eteğiyle süleymana bakarken, Süleymanın kolları kadar olan bacaklarından biraz da utanıyor sanki. Gözlerini açabildiği kadar açmış: “Süleyman yalvarırım bana gerçeği söyle. Beni.....(tüh lan ses kesildi)....”
Kerem sapanı iyice gerdi. Taşı bırakmak üzereyken aklına çocukken oynadıkları tüftüf geldi. Bir inşaattan bir elektrik kablo borusu kes, küçük kağıtlardan küçük külahlar yap. Dilinle yapıştır ağzınla fırlat. Tüf...Haa..tam isabet. O zaman neydik be..Yamyam gibiydik lan. Yarı deli, yarı aç, yarı çıplak sokaklarda akşamı ederdik. Hürdük. Hayatımızın en hür yıllarıymış.
...O da ne.Robert De Niro .Senin ne işin var burda. Ben Stiller ve Robert De Niro nun birlikte oynadığı “Meet the Parents.” filmindeki kayınbaba rolünde. Yine aynı karizmatik, inatçı, kıskanç ve huysuz baba rolünde. Dediğim dedik kayınbaba bi gözünü kırparak iki parmağını bana çevirmiş. Senin ne işin var burda. Van Persie nin Almanya ya attığı golü bildin mi..2012 Avrupa futbol şampiyonasında Hummels'in bacak arasından girip 30 metre boyunca hızlanarak gol olan şutunu.Hollanda kaybetti ama çok enteresen bir goldü bu.İşte sana bu şekilde bi bacak arası yapıcam dedi De Niro. La dayı bi git başımdan diyesim geldi yozgatlı ağzıyla..vazgeçtim.Robert git torunlarını sev bana parazit yapma...” Kerem Robert in burda ona eşlik edeceğini hiç tahmin edemezdi. Sapanı iyice gerdi. Kadriye nin ağzında çıkan heceler sıralanmıştı bile. Be- ni – se---vi-------yor---PAT. Taş süleymanın kafasına saatte 30 km hızla gelip frensiz çarptı. Kerem fren yerine gaza basmıştı. Kadriye nin tüm dükkanı dağıldı. Halk telaşa kapıldı. 112 acil ferhat yetişti olaya. Yerde yatan Süleymanın vücudunda diğer tarafına geçebilmek için zıplamak zorundaydı. Süleyman fethiye de denizin dibinde şakalaştığı günleri hatırlıyordu. Bulanık ve tuzlu su. Uzun süre gözünü açamazdı. Ama işin ucunda kızlara artistlik yapmak olduğunda durum değişirdi. Şimdi yine yanında bir kız vardı. Ve birazdan evlerine ayrılacakları üç kapılı apartmanın girişinde ayrılma kararını söylemesine çok az kalmıştı. Şans ayrılmasında bile yüzüne gülmüyordu. Şeytanın işi. Sonra sesler duydu. Karılar, adamlar, hepsi beyaz kıyafetli. Üstünü soyduklarını bile hatırlıyordu. Bunu farkedince terlemeye başladı.ama olaylar hızla akıp geçiyordu ve müdahale edemiyordu. Suyun altından sanki hiç çıkmayacakmış gibi.
Kadriye Bircan teyzesine (Süleymanın annesi) ağlayarak koştu. Acil ambulans acilen geldi.Baba iş yerinden izin aldı. Hastanede doktorun ne diyeceğini bekliyorlardı. Kerem taşı attığından atarken ne düşündüğünden emin değildi, ama attıktan sonra büyük bir korkuya kapıldı. Tüm kapıları kapatıp evden 2 saat boyunca çıkmadı.
İki saat geçtiğinde kafası allak bullaktı. Delirmişti. Olaylar olaylar. Ya ölürse, ama nişan aldın be oğlm.Kadriye bi ara taşın ne taraftan geldiğine baktı. Bizim evi biliyor. Şüphelenmiş olabilir.

Onİki Sene Sonra Bir Gün:
Kerem yarım kilo aldı. Yani et, yarım kilo et. Mangal malzemeleri hazırdı. Diğer iki arkadaşıyla arabada, bir mesire alanına gidiyorlardı. Diğer ikisinin bilmediği biri daha vardı yanlarında Kerem in arkadaşı, Robert De Niro. Ona yine homurdanarak bakıyordu.Üçünün de keyfi yerinde gözüküyordu. Kerem hem araba kullanıyor hem bira içiyor hem de şarkı söylüyordu. Kadriye ona nihayet vermişti. Hem de evli kocasına rağmen. Çünkü kocası yani arabada oturan üçüncü kişi artık sakattı ve adı Süleyman'dı.
ErkanoRen- RR
Bu süleyman o süleyman olmasaydı daha iyi olabilirdi. Ama bu Süleyman o süleyman maalesef.

Salı, Haziran 12, 2012

ANA OLMAK




Sırçalanmış-demir bir kaburga
Göğsünde
           Elleri toprak olmuş
Memeleri taştan
          Bağrında,
          kuru Anadolu yalazı.

Direklerinde ateş yakar mabedinin
            Sığınmaz-yılmaz-usanmaz.
Kök gibi morartmış toprağı
Orağı ok gibi, gözleri cam.
Anam!
                 Dayan!

Tarakla düzelmez bu saçlar
Sancı bir kaval kadar yumuşak
Ağrı bir kiraz kadar tazedir.
Anam!
            Dayan!
                     Doğacak
                           Meltem üfül üfül esecek

Sen ot bitmez, yol geçmez bir kayasın
 Yüzünde oynaşan ateşin.
   Sırtında eriyen demirin
Sen yılmaz usanmaz çeliğisin.
   Çilenin.

Anam anam!
   Doğacak bir serap
       Yeşil ve bulutlu bir ırmak akacak
           Yanaklarından aşağıya

Dayan
      Dönecek
    Bitecek
Sönecek
     Doğacak

Gürüldeyerek bedenin
“Utangaç bir gücenme” ile
Dağları yırtan kadın
“El kadar bir beden” için
Solucan gibi ezileceksin.

Anam!
   Sevineceksin.

Erkan Ören
Ocak 2012

Cumartesi, Haziran 09, 2012

düşünce üzerine düşünce

Biliyoruz ki hiç bir düşünce kalıpsız olamaz..Kalıplar düşüncenin bütünlüğünü ve ikna ediciliğini sağlayan diri dayanaklardir. Bir düşünce belli bir kalıp içinde ifade edilemezse akışkanlaşır, bükülür, gücünü yitirir, yaygınlık alanını yitirir.kalıplar düşüncenin maddi güzelliği değildir, ama şekli şartlarının en önemlisidir.

düşünce sırta yüklenen bir küfe değildir, taşımak için kullanmayız.Düşünce taşınmaz, kullanılmaz, kalır. Bir yerde ortaya çıkar ve "olur".Olmuş bir düşünce, insana büyük faydalar sağlayabilir.Fayda sağladığı ve insana keyif verdiği için düşünce güzeldir. Esrarlı bir tarafı vardır, düşündükçe daha çok düşünesiniz gelir.Düşüncenin mavi-sarı temizliği içinizde bahar havaları yaratır.Öte yandan kontrol edilen, eğitilmiş düşünceler, farklı düşünceler ile tanıştıkça güçlenecektir.

Düşünce sigara dumanı gibi eğrile büğrüle odanın içinde yavaş yavaş kaybolmaz. Rastgele sıkılmış bir saçma mermisi gibi odanın her tarafından iz/tahribat bırakabilir.İşte keyifli taraf burdur-ısparta-antalya, bu saçma, kalıplı ve riskli "saçma" tipinde düşünceleri bulmak.

Düşünce matematikseldir.Düşünce "O" ile ifade edilir.Her düşünce kendi içinde, bir "neden" -"C" ile ifade edilir- ,bir süreç -"P"- ve bir sonuç - "R"- barındırır.Ve her düşüncenin içinde binlerce C, P ve R vardır. en kısa denklemi O= C+P+R dır. C ve P lerin sayısına göre R lerin sayıları değişebilir ve istatistikleştirilmesi için sosyal ve fenni bilimcilerin buluştuğu büyük bir kurul oluşturulmalıdır.



Aniden aklınıza bir düşünce mi geldi,oturup düşünmelisiniz.Ziyan edilen bir düşünce düşük yapan bir kadın gibidir.halbuki size ait bir düşünce mutlak anlamda size büyük faydalar sağlayacaktır.Belki siz yaymayacaksınız ama o düşünce faydalı düşünce ise size mutlaka faydasını gösterir."Düşünmeniz tutabilir" ansızın, hemen oturup düşünün.

Bazen düşünememe sendromuna girebilirsiniz.Allah'ın lanetlediği varlıklar sizsinizdir o gün için.Mal gibi boş bir zihin tepsisinde gün boyu boş kahve bardaklarını servis etmişsiniz, halbuki kahve ve ocak her insanda mevcuttur.

Bazen hatta bu yazıyı okurken bile düşünememe sendromuna yakalanabilirsiniz.aklıpları olmayan zayif düşünceler değildir halbuki burdakiler.gerçekten büyük düşüncelerdir bunlar.İnsanoğlunun geleceği bilgisayar teknolojisinin düşünce teknolojisi ile birlestirilmesi nticesinde şekillenecektir.

düşünce, kıvrımlaşıp,daha anlaşılmaz bir şekle bürünebilir.Yabansılaşmış,-tırılmış,küsgün, alınganlaşmış bir düşünceden sakınmak için onu dikkatle ve özenle ele almak, el üsütnde tutmak gerekebilir.Aksi takdirde her damlası ip ip ayrıştırılması gereken koca bir deniz örgüsüne dönüşerek, ilmik ilmik esrarengiz örgüsünün peşinde çözülmek üzere koca bir yüzyılı heba edebilir. düşünceye neyi düşüneceğine neden düşüneceğine düşününce ne kazanacağına düşünmeyince neyi kaybedeğine, düşünürken neleri bilmen gerektiğine, hangi yöntemle düşüneceğine, düşünürken hangi sağlık problemlerinin hangi "ne"yi hangi "neden"i ve hangi "kazanç ve kayıplarını bilerek düşünme"yiihangi "şekil"leri etkileyeceğine hakim olmalısın.

dşünmenin de verimlisi ve verimsizi olur.verimli düşünme seansları ile verimli düşünceye verilen değerin artırılması gerekebilir.ama düşüncenin bir meta olarak görülmemesi, gerçek yaşayan bir varlıkmış gibi muamele görmesi gerekir.


düşünce ansızın sarabilir,boğazlayabilir, ortalıkta gezinebilir veya günlerce belki aylarca ortalıkdan kaybolabilir.belki yetim bir çocuk gibi köşesinde ağlıyor, belki ininde öfke/kin/garaz/isyan duygularıyla diş biliyordur.düşünceye belli olmaz..

düşünce geleceğe hakim olacaktır.Düşünce kurulları, düşünce devletleri ve düşünce teroristleri olacaktır.Değil insanlar, düşüncelerin öldürülmesi toplumun başlıca problemi olacaktır.Düşüncenin ortaya çıkışı yayılışı, onu besleyen öteki düşünceleri ile birlikte bir ordu gibi bazen bir terörist bazen bir polis görevinde olacaklardır.

düşünceler sağlık problemi olarak teşhis edilebilecek, polis düşünceler ve terorist düşünceler arasında çıkan çatışmlarda insanlar ölebilecektir.düşünce yüklenimleri denilen yöntemlerin geliştirlmesi ile birlikte en ilkel ifadesi ile " beyin yıkama denilen" teknikler bir kaç saniyede uygulanabilir hale gelecektir.

düşünceler sınıflara ayrılır."pure opinion"Altın düşünce varlığın, en saf ve en mükemmel seviyesidir.Pure düşünce bütün insanoğlunu etkileyen düşüncedir.



düşünce kontrol edilemez, edilmemelidir, memelidir.uykuludur artık..iyi geceler, tatlı rüyalar, iyi düşünce doğurmalar...

Cuma, Haziran 08, 2012

Küçük Kız Çocuğu

Çaycıdayım, aksam üstü işten çıkmışım eve gitmek istemiyorum, eteklerimi toplayıp hizmetkarlarıma çayın içine biraz likör katmalarını emrediyorum. 4200 yıldan beri -mısır tanrıçalarından beri nerdeyse- elindeki muz ağacı yaprağını sallayan küpeli-zenci köleme bir emir veriyorum. "Git bana köşeden bir klima kapta gel. yorulmuşssundur artık.Biraz da o üfürsün" Adam beni sanki duymazmış gibi yapıyor. ..kodumun veledi, senin dedelerinin dedelerine hizmet ettim ben der gibi bi bakış  atıyor. Kral da olsak bir saygımız var mazlumiyetiyle sesimi çıkarmıyorum. O bıkmış suratı görünce gerçeğe dönüyorum. Van depreminden sonra şehrimize gelmiş, hoş gelmiş sefa gelmiş bi abimiz var; boyu yaklaşık bibuçuk metre,ama hürmeti herkesin ikibuçuk katı kadar. Böyle mi tatlı dilli, böyle mi sempatik, hürmetkar, nazik olunur. Nerdeyse benim için ayrı demlikte çay demleyecek. İlk tanışmamızda gayet mesafeli bir şekilde başlayan, müşteri iletişimimiz, her sabah kahvesine gelip gazetemi okudukça ilerlemeye başladı.Bir keresinde Abi van depreminde kaybınız olmamıştır inşallah" dedim.  "Olmuştur",dedi şiveli "Allah hepimizi daha büyük kazadan beladan saklassın.". Tabi ki de halini anlayamadığımız, acısını paylaşamadığımız insanlara özgü bir sitemkarlıkla bakmıştı bana. ben de kitabına uygun bir yabanilikle üzülmüş gibi yaptım. Ama ne diyim, çok seviyorum bu adamı.
Bu sefer kahve içmem lazım. Çünkü iş çıkışı yorgunum.Ramazan abi, bana şekerli bir kahve. Kahve jet hızıyla hazırlanacak ama yapma kahvenin yavaş yapılanı iyidir.
Öndeki masa da yüzlerinden zamparalık akan dört orta yaşlı sinirli sinirli kağıt oynuyorlar. Anlamsızca onlara bakıyorum.Kitabımı açıp kahvemi yudumlayacakken, önümden fırt diye bir kız çocugu geçiyor. Öyle bir fırtlıyor ki yeni gelmiş kahve dökülecek. Kız gümbürdeyerek kahvenin içine giriyor.Babasına bir sevgi gösterisi yapar gibi.Sonra çıkıyor.bi daha giriyor. Seni ne kadar çok sevdiğimi bilemezsin der gibi.Şarkı söyleye söyleye.
Nefes almakta zorlanan yaşlı amcaların boğaz hırıltılarına benzeyen bir hırıltı var şehirde.Akşam, hemde hafta içi akşamları, arabalar daha bi süzülerek gider.cuma akşamının verdiği eve çabuk gitme- tatili iyi değerlendirme aşkı hafta içinde yoktur sanki. Sırf bu yüzden hafta içlerinde arabalar daha yavaş akar, tozlar daha çok havada durur,sesler daha boğucudur vs.Yerde çamur bile sinirlidir. Bana öyle gelmiştir hep. Hoop,bu esnada kız bi daha geçiyor masanın yanından. Bu sefer mor elbisesinde dönerek bir yuvarlak yapmak istermiş gibi. Birazdan kızın akrobatik bir hareketle kolum ile başımın arasındaki daracık boşluktan parenda atarak geçeceğini düşünüyorum. Biraz huzursuz oluyorum. Öhö öhö..diyerek kıza kibar bir uyarı yapıyorum ama o şarkısında, sazında, türküsünde. Enerjik.
Karşıki çiçekli balkonlar, onların boyası akmış duvarları, yaşlanmış mimikli ihtiyarlar, sıcaklamış şehir ve eprimiş arabaların kenarında kitap okumaya çalışmak o anda saçma geliyor. Kızın hayalindekileri izliyorum. "..Bu izbe mekandan kurtulucam,okuyucam ve kendime yakışıklı ..hmm..mesela emre alptuğ kadar yakışıklı bir koca bulucam. Bir daha annem ve babam kavga etmeyecekler ve bundan sonra hep mutlu olucam.
-Kendini kandırma kızım.
-Niye olmasın.Hem benim İzmir deki teyze kızlarım çok mutlular, onların hep güzel elbiseleri var.
-Saçmalıyorsun. Bildiğin gibi okul öncesi çoçuklar, daha büyük çocuklar gibi karmaşık bilişsel becerilere sahip olmadıkları için, kaygılarla başa çıkmak üzere inkar gibi daha basit savunma mekanizmalarını kullanırlar.(M.J.Burger)
-O öyle demiş olabilir ama birincisi benim yeterince karmaşık bilişsel becerilerim var ve ikincisi inkar edicek hiç bir şeyin kalmadı.Apaçık ortadayım.
Ağlamaya başladı.
Sinirlendim.Kalktım oradan hemen.

Çarşamba, Haziran 06, 2012

Çay ve Teknoloji

Köşede bir yer buldum.Arkadaki kadının gögüslerini gösteren tşörtüne aldırıssızca bakarak, tam önündeki masaya oturdum.Başka yer de yoktu zaten.Canım ne yapmak istediğine karar vermiş değildi. Bir çay söylemek ve düşünmek, bir kaç kelam katıksız bir rasyonelite,eylem veya hayal ya da ne bileyim brezilyadaki ağaçlıklı ormanlarda gezinmek ve bir kaç bitki türü ögrenmek istiyordum.sosyalleşemezsem de, asosyalleşmemiştim daha.Çantacıların, dövmecilerin, terzinin, güneş gözlüklerinin, hasır sandalyelerin ve nargile tütünlerinin arasında tam bir kişilik bir koridordayım ve gelen geçen ayağıma çarpacak diye irkildim. Çakmağı arkadaki kadından nazikçe istedim. Senden çok var abla bu antalya da ama sende haklısın herkesin bir alıcı kitlesi var dedim içimden. Sakinlik daha çok güneşsiz havalarda hissediliyor. Antalya son gölgeli günlerini yaşıyordu. Bu daracık sıkışmışlık içindeki, daracık zamanın peşindeki, akşam üstü olmasına rağmen sıcaktan terlerinin tuzları tşörtlerine geçmiş daha pek çok civciv sarısı turist geçti. Yeni kitapçıya gidecektim ama vakit daha vardı. Kendimi serbest düşünmeye bıraktım. Karşımdaki binada kocaman bir Banka yazısı. Taş binalar. Bu binanın bu tipteki irikesim taşlarına acaba ne diyorlar diye düşündüm.Elimi telefona attım ki, teknolojiye esir olmamalıyım dedim. Çayımı o esnada bir parmak işaretiyle sipariş ettiğimde ilk sigaram bitmek üzereydi. Çay geldi. Parmaklarımla çay bardağının sıcaklığını kontrol ettim.Sonra da parmağımı çaya soktum.Midem çayı emdi ve kana karıştı. Rengim çay gibi, değişmeye başladı.Son romandaki karakterleri düşündüm. Sonra çayı bitirdim.Arkadaki memeliden bir kere daha sigara rica ettim. Tebessüm ederek verdi. İletişim kurmak istemişti. İzin vermedim. Manitamı düşündüm.evlilik hayali kurmamasını emrettiğim güzel manitamı.Cebimdeki param bitmek üzereydi. Yetişmeyen paramı. Kadınları ve insanları. Kalkma zamanı yaklaştıkça, hadi daha var oglum biraz daha oturmalısın gibi bir şeyler geçti aklımdan. Sanki son ana kadar beklemek benim kaderimdi. Vakit daralıyordu. Her an polisler bulunduğum mekanı sarabilirdi. Sardı da.Karşıdaki kaldırımda üç polis belirdi. Bana baktıklarını farkettiğimde kafamı masanın altına sokacaktım nerdeyse. Arkamdaki kadın telefonla konuşmaya başladı. yanımdan geçen ihtiyar bir kelkafa ayağıma carptı. Pantolonu toz oldu. Polisler bana dogru geldiler. Yaklaştılar. Ve merhaba bayım dediler.Buyrun dedim. Sizi karakola kadar beş dakika götürmemiz gerekiyor. Ayağa kalktım. Kıç cebimde gezdirdiğim sahte pasaportumu gösterdiğim de, üçü birden avangard bir gülüş attı. koro gibi. Gevşemiş suratlarının,alık alık bakan gözlerine dogru ağzımdaki CT5 tehlike gazını püsküttüm, üçü de bir anda beni ve ne yaşadıklarını unuttular. Sanki hiç bir şey olmamış gibi, karşıya geçip amirlerine telsizle bildirdiler. Temiz amirim. ikinci çayımı içerken teknolojinin ne kadar iyi bir şey olduguna hak vermiştim.

Salı, Haziran 05, 2012

Gösteriş, faydacılık, sorgulama,ayrıcalık (Eski bi taslak yayınlanmayı bekleyen)

Heyecan duymanın gercek manası üzerine bir deneme yazabilseydik, heyecan duydugumuz o yazıyı yazamazdık.Yaşamasaydık yaşamanın nedenini sorgulayamazdık.Bunlar parodokstur.Sorgulayamadıgımız hiç bir neden bizi bir ayrıcalığa bürüyemezdi.Güçsüz ayrıcalıklar bizi gösterişsiz kılardı ve bu yüzden hiç bir ayrıcalığa tamah etmezdik.Kişiyi birey kılan nesne-özne tüm ayrıcalıklar, en ufak bir mimikte dahi kendini kendisi yapan bir doğallık sergilemediğinde,heyecanlı/sorgulayıcı bir zeka olduğumuzu anlayamazdık.
İlaveten gösterişliyi mi tercih ederdiniz,yoksa faydalı olanı mı tercih ederdiniz diye sorulursa,tabiki de faydalı olanı demeli,çünkü faydalı olan ileride daha büyük gösteriş demektir.O halde gösterişli olmak istemenin özünde faydacı bir sorgulama var.

eRkanöRen
Ant.,03,2007

Pazar, Haziran 03, 2012

YOL

Kafadan kontak, 42 dedi annem. Kahkahayı birlikte attık. Telefonun diğer ucundan sesi minik bir cocuk sesi kadar masumdu, 120 kiloluk dev cüssesine tezat.yeni komsusundan bahsederken böyle demişti, benim kafamda yeni okuyacagım kitap ya da izleyeceğim film, gerçeklikten sıkılmışlığım, aksamın ne kadar cabuk bitecegi ve yarın yine aynı boktan işleri yapmak zorunda kalısım vardı. hayal dünyama (ne kadar saçma bir tamlama.Hayalin dünyası mı olur. hayalin evi barkı, soludugu oksijeni yoktur. Tek kişilik bir görsel şovdur hayal.Sendedir ve sende ölür) yasıyordum ve bunu yazacak kadar cesur degildim. Benim hayatımı yazsalar bir roman olurdu, bir şeyler yazacaksan benim hayatımı yaz diyen yakınlarım gibi. Annem bana hep dua etti. Hep yanımda beni kollamak istedi. ama bir erkek cocugu olarak üstüme düşen yabani soguklugu ve ifadesizliği hakkıyla yerine getirdim. Tamam anne şimdi trafikteyim. Kapatmam lazım. Telefon etmek için aksama kadar benim işten çıkmamı bekleyen kadıncagız, iki dakikalık sohbetimize benim esprimi anlayasıma uygun komik bir hikaye de sıkıstırdıktan sonra telefonun alelacele kapatılmasına ses tonundan kasten belli ettiği bir sitemle, tamam oglum hadi görüsürüz o zaman deyip kapatmak zorunda kaldı.O zaman bunu düşünmedim. Dikiz aynasından hareket etmem için uzunlarını yakmış arabaya küfredip hızlı bir kalkısla cevap verdim. Her şeyin acısını kendimden cıkarmak gibi. Bir kaç saniye sonra yolun sagından yürümekte olan mini etekli kıza yanımdaki eşime aldırmadan baktım.Beynim bir sonraki hedefi olan köşedeki agacın oraya kilitlenmişti.Yazacak kadar cesur degildim bunu düşünüyordum. Bense zaten yetersizdim.Kızgındım.Ülkede ailen tanıdıkların, çevren, arkadasların ve toplumun genel yargılarına sert bir çizik atacak, dobraca konusacak, bunları iyi bir uslupla anlatacak,anlattıklarının arkasında duracak o kadar az insan vardı ki.Annem diğer taraftan bana dua ediyordu. Sağlıklı olmam, vaktinde yatmam, ilaçlarımı düzenli almam için. Ben ise trafiği, s.ctıgımın zekadan yoksun paradoksal yaşantımı filan düşünüyordum. konular birbirine karıştı. Beyne komut verin o yerine getirsin diyor kitaplar. Ben veriyorum komutu, köşeyi dön, miniliye bak.Anneyi ve duaları unut.ŞEhir acımasız, yalnız ve gaz kokuyor.Sen işine sahip çık ve şükret sana verilenlere.Beyin komutları alıyor ama makinenin bi kaç civatası eksik. Eksik yapıyor. Yağlanması lazım. Benzini mi bitmiş. Düüütt..Bi korna daha. P.zevenk.Hop, yine bi kasis. Kasisleri geçerken, annem geliyor aklıma. Üzerinden 15 yıl boyunca bir yük gibi geçtik, napıyosun demedi ve şimdi oglunun cok işi var.Neymiş işi..Paradoksal yasantı, mutsuzluk filan.