Translate

Cuma, Haziran 08, 2012

Küçük Kız Çocuğu

Çaycıdayım, aksam üstü işten çıkmışım eve gitmek istemiyorum, eteklerimi toplayıp hizmetkarlarıma çayın içine biraz likör katmalarını emrediyorum. 4200 yıldan beri -mısır tanrıçalarından beri nerdeyse- elindeki muz ağacı yaprağını sallayan küpeli-zenci köleme bir emir veriyorum. "Git bana köşeden bir klima kapta gel. yorulmuşssundur artık.Biraz da o üfürsün" Adam beni sanki duymazmış gibi yapıyor. ..kodumun veledi, senin dedelerinin dedelerine hizmet ettim ben der gibi bi bakış  atıyor. Kral da olsak bir saygımız var mazlumiyetiyle sesimi çıkarmıyorum. O bıkmış suratı görünce gerçeğe dönüyorum. Van depreminden sonra şehrimize gelmiş, hoş gelmiş sefa gelmiş bi abimiz var; boyu yaklaşık bibuçuk metre,ama hürmeti herkesin ikibuçuk katı kadar. Böyle mi tatlı dilli, böyle mi sempatik, hürmetkar, nazik olunur. Nerdeyse benim için ayrı demlikte çay demleyecek. İlk tanışmamızda gayet mesafeli bir şekilde başlayan, müşteri iletişimimiz, her sabah kahvesine gelip gazetemi okudukça ilerlemeye başladı.Bir keresinde Abi van depreminde kaybınız olmamıştır inşallah" dedim.  "Olmuştur",dedi şiveli "Allah hepimizi daha büyük kazadan beladan saklassın.". Tabi ki de halini anlayamadığımız, acısını paylaşamadığımız insanlara özgü bir sitemkarlıkla bakmıştı bana. ben de kitabına uygun bir yabanilikle üzülmüş gibi yaptım. Ama ne diyim, çok seviyorum bu adamı.
Bu sefer kahve içmem lazım. Çünkü iş çıkışı yorgunum.Ramazan abi, bana şekerli bir kahve. Kahve jet hızıyla hazırlanacak ama yapma kahvenin yavaş yapılanı iyidir.
Öndeki masa da yüzlerinden zamparalık akan dört orta yaşlı sinirli sinirli kağıt oynuyorlar. Anlamsızca onlara bakıyorum.Kitabımı açıp kahvemi yudumlayacakken, önümden fırt diye bir kız çocugu geçiyor. Öyle bir fırtlıyor ki yeni gelmiş kahve dökülecek. Kız gümbürdeyerek kahvenin içine giriyor.Babasına bir sevgi gösterisi yapar gibi.Sonra çıkıyor.bi daha giriyor. Seni ne kadar çok sevdiğimi bilemezsin der gibi.Şarkı söyleye söyleye.
Nefes almakta zorlanan yaşlı amcaların boğaz hırıltılarına benzeyen bir hırıltı var şehirde.Akşam, hemde hafta içi akşamları, arabalar daha bi süzülerek gider.cuma akşamının verdiği eve çabuk gitme- tatili iyi değerlendirme aşkı hafta içinde yoktur sanki. Sırf bu yüzden hafta içlerinde arabalar daha yavaş akar, tozlar daha çok havada durur,sesler daha boğucudur vs.Yerde çamur bile sinirlidir. Bana öyle gelmiştir hep. Hoop,bu esnada kız bi daha geçiyor masanın yanından. Bu sefer mor elbisesinde dönerek bir yuvarlak yapmak istermiş gibi. Birazdan kızın akrobatik bir hareketle kolum ile başımın arasındaki daracık boşluktan parenda atarak geçeceğini düşünüyorum. Biraz huzursuz oluyorum. Öhö öhö..diyerek kıza kibar bir uyarı yapıyorum ama o şarkısında, sazında, türküsünde. Enerjik.
Karşıki çiçekli balkonlar, onların boyası akmış duvarları, yaşlanmış mimikli ihtiyarlar, sıcaklamış şehir ve eprimiş arabaların kenarında kitap okumaya çalışmak o anda saçma geliyor. Kızın hayalindekileri izliyorum. "..Bu izbe mekandan kurtulucam,okuyucam ve kendime yakışıklı ..hmm..mesela emre alptuğ kadar yakışıklı bir koca bulucam. Bir daha annem ve babam kavga etmeyecekler ve bundan sonra hep mutlu olucam.
-Kendini kandırma kızım.
-Niye olmasın.Hem benim İzmir deki teyze kızlarım çok mutlular, onların hep güzel elbiseleri var.
-Saçmalıyorsun. Bildiğin gibi okul öncesi çoçuklar, daha büyük çocuklar gibi karmaşık bilişsel becerilere sahip olmadıkları için, kaygılarla başa çıkmak üzere inkar gibi daha basit savunma mekanizmalarını kullanırlar.(M.J.Burger)
-O öyle demiş olabilir ama birincisi benim yeterince karmaşık bilişsel becerilerim var ve ikincisi inkar edicek hiç bir şeyin kalmadı.Apaçık ortadayım.
Ağlamaya başladı.
Sinirlendim.Kalktım oradan hemen.

Hiç yorum yok: